Yabancı Avcı

Palavracılıklarıyla ünlenmiş üç avcı, Avcılar Kahvesinde çevrelerini sarmış meraklılara gene atıp tutmaya başlamışlar. Birinci avcı gözlerini aça aça söze girmiş:
“Arkadaşlar, geçen hafta yurtdışından yabancı bir avcı dostum geldi. Onunla ava çıktık. O bir tane bile keklik vuramazken ben arka arkaya tam 20 tane keklik vurdum!”
İkinci avcı heyecanla sözü almış:
“Seninki de bir şey mi canım! Ben de geçen hafta yurtdışından gelen yabancı bir avcı dostumla birlikte ava çıktım. O bir tane bile tavşan vuramazken ben sadece üç kurşunla tam 30 tane tane tavşan vurdum be!”
Tüm bu anlatılanlara bıyık altından gülen üçüncü avcı söze girmiş: 
“O-hoo arkadaşlar sizinki de ne ki Allah aşkına! Ben de geçen hafta yurtdışından gelen bir avcı dostumla ava çıkmıştım. Adam bir tek tilki bile vuramazken ben onun kafasının içinde dolaşan kırk tilkiyi birden hem de tek kurşunla vurdum ya!”

Misafir

Yaz günlerinin birinde Hoca 'ya hanımının kardeşi dört çocuğu ile misafir olup geldi. Aradan üç dört gün geçse de misafir gitmekten hiç bahsetmiyordu. Bu arada yaramaz çocuklar Hoca'nın havlusunun altını üstüne getirdiler. Gülleri yoldular, camları kırdılar, her tarafı talan ettiler. Misafir çocuklardan biri uzun sopa alıp üzümleri, elmaları çırpıştırırken, Hoca'nın oğlu onun elindeki sopayı aldı. Çocuğun annesi hemen ortaya çıkıp: - Benim çocuklarım, çok erken büyümüşler, bı- rakın oynasın. Üzümler, elmalar ise her yıl olur, dedi. Hoca misafir çocuğa gık diyemeyip, gece vakti sofaya çıktı. Onun of çekip oturduğunu gören bir tanıdığı hâlini sorar: - Hoş, hoca pek çok sinirli görünüyorsun. - E, birader, hanımımın kardeşi geldi, dört tane ya ramaz şımarık çocuğu varmış. Tepemden girip bey nimden çıkmakta. Sabahleyin hanımınız kahvaltıyı bizde etse de, misafiri insafa getirse gitse1 . Sabahleyin komşunun hanımı kahvaltıya geldi, lafı dolandırıp Hocanın arzusunu ortaya koydu. - Şimdi birbirimizin yüzüne doymadık, dedi mi safir. Sohbete kulak vermekte olan Hoca, birden ağ- layıverdi ve dedi: -Bu dünyada bir birbirimizin yüzüne doyacak olsak, kıyamette yüz yüze görüşmezmişiz.

Çorbanın Çorbası

Hoca'nın avcı tanıdıklarından biri tavşan getirdi. Hoca memnun olup, onu bir gece misafir etti. Aradan bir hafta geçince, o ava yine gelip Hoca'nın kapısını tıklattı. Hoca, onu bu seferde misafir edip gönderdi. Aradan bir hafta geçince, bir kişi Hoca'ya misafir geldi. Hoca, ona "Siz kimsiniz? " diye sordu. "Su tavşan getiren tanıdığınızın tanıdığı olurum" dedi. Hoca: "Çok güzel" deyip onu da çorba ile ağırlayıp gönderdi. Yine bir hafta geçince, Hoca 'mn kapısını bir adam daha çaldı. Hoca, onun kim olduğunu sordu. O da, "Tavşan getiren tanıdığınızın tanıdığının tanıdığı olurum" diye cevap verdi. Hoca: "Öyle ise hoş geldiniz" deyip onu da hürmetle bekletti, eve girip bir tabak yavan çorba alıp çıktı. Gelen misafir şaşırıp: - Bu nasıl yiyecek, dedi. -O tanıdığınızın getirdiği tavşanın çorbasının çorbasının çorbası! diye cevap verdi Hoca.

Ölümden Kurtuluş

Hoca 'yi padişah ölümle cezalandırdı. Bu haberi işitince Hoca, kaçmıştı. Padişahın askerleri kovalamaya başladı. Kaçarken Hoca, koyun sürmekte olan bir zengine rastladı.
-Hey Hoca, it kovalayan Tat gibi böyle koşturuyorsun? dedi zengin.
-Adamlar toplanıp beni ölen padişahın yerine padişah etmek istiyorlar, ondan dolayı kaçıyorum.
- Padişah edelim diyorlarsa kaçılırmı, ey ahmak?
- Benim yerime padişah olur musunuz?
- Nasıl olur? meraklandı zengin.
-Çok kolay. Giyimlerimizi değiştireceğiz, kovalamakta olanlar bilmeden sizi padişah ederler, sonra da ses çıkaramazlar. Zengin bu teklife razı olup, giyimleri tam değiştirdiğinde askerler yetişip zengini yakaladılar ve ırmağa attılar. Ertesi gün Hoca bağırarak türkü söyleyip padişahın sarayının önünden geçti. Bunu gören padişah sinirlenip bağırdı:
- Gece öldürdük dediler, bu hayasız canlı yürüyor, hemen bugün tutup öldürün. Hoca'yı yakaladılar ve çuvala koyup ırmağa atmak istediler. Onu kaldırmışlardı, çuval içinde Hoca, Allah'a yalvarmaya başladı:
-Ey Allah'ım, ben ölüyorum, evimdeki eriğin dibinde gömülü bir küp altını muhtaçlara sen bölüştür. Bu sözü işiten cellatlar çuvalı yolda bırakıp, Hocanın evine koştular. O sırada imam eşekle geliyordu, sordu:
- Hey Hoca, niçin çuvala girdiniz ?
- Bir saat çuval içinde kalsam, padişah bin altın verecek, diye cevap verdi Hoca. Altının haberini işitince, imamın gözleri yerinden çıkayazdı ve Hoca 'ya yalvarmaya başladı.
-Molla Nasreddin, siz derviş adamsınız, paranın ne gereği var. Ben size yüz lira vereyim, yerinizi bana verin, sevap olur.
- Haydi olsun, sizin için razı oldum. Hoca, imamın yüz lirasını alıp, onu çuvala koydu ve pır deyip gidiverdi. Hoca'nın avlusunu baştan ayağa arayıp hiçbir şey bulamayan cellatlar kızarak geldiler ve çuvaldaki imama vura vura nehre fırlattılar. Ertesi gün Hoca, imamın eşeğine binip, türkü çağırarak yine padişahın sarayının önünden geçip gitti. Bunu gören padişah erkânına bakarak:
- Bunu hiç öldüremezmişiz, dedi.

Akıllı Şehzade

Padişah oğluna başka bir eğitimciye gönderdi, aradan bir yıl geçince, eğitimci padişahın huzuruna gelip şöyle dedi: 
- Alemin padişahı, eğitim işimiz sona erdi, meclisin huzurunda şehzadeyi imtihan edebilirsiniz. Padişah memnun olup, eğitimciye hüatler giydirdi. Oğlunu tantanalı şekilde imtihandan geçirmek için yurdun bilginlerini çağırttı. Eğitimci mecliste kibirlenerek söze başladı: 
- Şehzademiz benim eğitimimde ilim ve anlayış konusunda mükemmelliğe erişti. İşte şimdi sınayıp görünüz. 
Mesela: Siz elinizde bir şey gizleseniz, şehzade onun ne olduğunu yumruğunuzun duruşuna babırak söyleyiverir: Efendi, hemen parmağından yüzüğünü çıkarıp avucuna sakladı ve ortaya çıkıp şehzadeye: 
- Haydi, bu nedir, bulunuz? Kendi yuvarlak, or tası delik, dedi. 
- Evet buldum. O değirmen taşı! dedi. Efendi yüzüğünü parmağına taktı ve padişaha hürmet ederek: 
- Sultanlar sultanı, diğer feraset ve anlayış sahipleri şimdi şehri şehzadeye boşalttırıp, kendileri dağa yabana çıkıp gidiverseler olurmuş, dedi.