Bir köyde köyün ileri gelenleri, köy kahvesinde sohbet ediyorlarmış. Sohbet de kadınların sadakati üzerineymiş. Hüsmen Ağa söz almış:

- Valla benim garı çok sadıktır, ben öldükten sonra bile evlenmez.
Muhtar gülmüş:
- Hüsmen Ağa, kadınlara pek güvenme. Kocası öldükten sonra evlenmek isteyen her kadın evlenir.
Hüsmen Ağa da tutturmuş:
- Benim garı evlenmez.
Muhtar sormuş:
- Var mısın iddiaya?
- Varım be!..
- Tamam o zaman. Sen şimdi yalancıktan hastalan, eve git, "Ben ölüyorum, muhtarı çağır." de, beni çağırttır.
Hüsmen Ağa, muhtarın dediklerini harfiyen uygulamaya karar vermiş; evine gitmiş, karısına demiş ki:
- Ülen garı, ben çok hastayım, ölüyorum galiba?
Kocasının hâline üzülen kadın, hemen bir yatak sermiş, kocasını yatağa yatırmış ve başlamış ağlamaya:
- Aman ağam, sen ölürsen ben ne yaparım?
Hüsmen Ağa yattığı yataktan seslenmiş:
- Git, muhtarı çağır bana.
Durumu bilen muhtar gelmiş. Hüsmen Ağa da son nefesini verir gibi yapmış, numaradan ölmüş. Kadın da başlamış ağlamaya. Muhtar, Hüsmen Ağa'nın kafasına yorganı çekmiş ve kadını teselli etmeye çalışmış:
- Üzülme, ölenle ölünmez.
- Ben şimdi Hüsmen Ağa'sız ne yaparım?
- Bak Hatice Hanım, benim karım öleli iki yıl oldu; ben dul kaldım. Hüsmen Ağa da öldü; sen de dul kaldın. Öyleyse ikimiz evlenebiliriz.
Kadın da gönüllü gönüllü söylenmiş:
- Vallahi bilmem ki.
Muhtar yine söz almış:
- Nasıl desem bilmiyorum ama, benim bir kusurum var.
- Neymiş o kusur?
- Ben uyurken bazen altımı ıslatıyorum.
Muhtarın bu itirafı üzerine kadın da başka bir itirafta bulunmuş:
- O da kusur mu? Benim rahmetli altına sıçardı.
O anda Hüsmen Ağa fena sinirlenmiş, ölü numarası yapmaktan vazgeçerek, yatağın içine oturmuş ve karısına ters ters bakarak sormuş:
- Ülen garı, ne zaman sıçtım len?

Biraz Tebessüm


-Mezarlık girişinde, “ Biz de gezerdik siz gibi, / Siz de geleceksiniz biz gibi..” yazıyor. Adam ölmüş hâlâ laf sokuyor.

—Kebapçıya, “Abi Urfa ile Adana arasında ne fark var? “ diye sordum. “300 kilometre” dedi. Sustum, lahmacun söyledim, yiyorum.

—Ben sineği öldürmemek için camı açıyorum. O gidip arkadaşlarını getiriyor, şerefsiz.

—Mantara bile kültür veren Rabbim, sana vermediyse, vardır bi bildiği!

-Doğru insanı bulduğunuzda beni de çağırın ne olur. Neye benziyormuş şu, bi bakıyım. Meraktan çatlayacağım valla!

-“Erkeklerin hepsi odun” diyen kızlar, sabah o kadar makyajı ormana gitmek için mi yapıyorsunuz?

-Doktora gittim, “Ağrı nerde?” dedi. Doğu Anadolu Bölgesinde” dedim. Oksijen tüpüyle kovaladı beni. Salak mıdır nedir?

-Bir erkeğin en lezzetli yeri başının etidir. Milyonlarca kadın yanılıyor olamaz…

-Uzaydan astronot kağıda şunu yazmış. “Burada Tanrı falan görmüyorum!” Aşağıdan efsane bir yorum gelmiş. “Oksijen tüpün bittiğinde göreceksin!!!

Terbiyesiz Papagan

--- “Hanımefendi eve geldiğinde ne diyeceksin?”
“Orospu diyeceğim.” Necdet papağanın kafasını suya daldırıp çıkarır ve tekrar sorar: “Hanımefendi eve geldiğinde ne diyeceksin lan?” “Orospu diyeceğim.” Necdet papağanın kafasını tekrar suya daldırır ve bu olayı 7-8 defa tekrarlar. Artık Necdet sinirden papağanın kafasını suyun içinde fazla tutmuştur ve çıkardığında papağan ölmek üzeredir. Son bir kez daha sorar: “Hanımefendi eve gediğinde ne diyeceksin lan?” “Hoş geldiniz hanımefendi diyeceğim.” Necdet papağanın kıvama geldiğini düşünür ve kafesine geri koyar. ertesi gün kadın gelir Necdet’e sorar: “Tamam mı Necdet, öğrettin mi konuşmayı?”“Öğrettim hanımefendi. İsterseniz test edebilirsiniz” der. kadın ne olur ne olmaz bi bakayım düşüncesiyle papağanın yanına gider ve sorar:
--“Ben eve geldiğimde ne diyeceksin? Hoş geldiniz hanımefendi diyeceğim. Ben eve yanımda bir erkekle geldiğimde ne diyeceksin? Hoş geldiniz hanımefendi hoş geldiniz beyefendi.” Ben eve yanımda iki erkekle geldiğim zaman ne diyeceksin? Hoş geldiniz hanımefendi hoş geldiniz beyefendiler.”
-- “Buraya kadar güzel. peki ben eve yanımda üç erkekle geldiğim zaman ne diyeceksin?” Papağan bir kovaya bakar, bir kadına; sonra döner Necdet’e seslenir:
“Necdet kovayı getir. Anam avradım olsun bu karı orospu der!”

Ne Çıkacağını Bilmiyorum

Temel, İdris, Cemal ve Dursun avlanmak için ormanda ilerliyorlarmış. Temel:
-Beni tâkip edin, ben buraları iyi bilirim demiş. Giderlerken karşılarına küçük bir delik çıkmış. Temel:
-Yatın, tavşan deliği! Demiş. Avcılar tam siper yere yatmışlar ve inden çıkan tavşanı vurmuşlar. Daha sonra büyükçe bir deliğe rastlamışlar. Temel yine:
-Yatın, bu bir Tilki ini! Demiş. Derken çıkan Tilkiyi de vurmuşlar. Biraz daha ilerlediklerinde, önlerinde kocaman bir delikle karşılaşmışlar. Temel:
-Yatın, Ayı ini! Demiş. Avcılar, biraz bekledikten sonra çıkan Ayıyı da vurmuşlar. İlerlemeye devâm etmişler. Önlerine çok büyük bir delik çıkmış. Temel:
-Uşaklar, ne çıkacağını bilmiyorum. Yatın, ne çıkarsa şansımıza, demiş. Ertesi gün gazetelerde şu haber çıkmış:
-Dört avcı tren altında can verdi.

Ben Senin Altinci Hissinim

Adamın işi varmış, Ankara'ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında bir
ses:
"-Binme, bu uçak düşecek...
"Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş...
İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış:"-Uçak düştü kurtulan olmadı...
"Koşmuş Haydarpaşa'ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında;
"-Binme bu trene, raydan çıkacak..."Dönmüş, bakmış yine kimse yok,
trene binmemiş, gelmiş eve...
Sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş;
"-Tren Eskişehir'de raydan çıktı, şu kadar ölü, şu kadar yaralı...
"Koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses;
"-Freni patlayacak..."Dönmüş yine kimse yok...
Dayanamamış, bağırmış:
-Sen kimsin yahu?...
"-Ben senin altıncı hissinim..
."Adam iyice kızmış
:"-Ulan evlenirken neredeydin?...
"O ses yine dalgalanarak söylenmiş;
"-Büyük kazalara karışmıyoruz..."

Burası Çok Sıcak

Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır.
Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına
e-mail atmaya karar verir.
Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese
gönderir....
Tam bu sırada farklı bir yerde kadın, kocasının cenaze töreninden
evine yeni dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür,
Arkadaşlarından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu yere
yığılıp kalır.
Odaya giren annesi yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür.
Kime : Sevgili karıma
Konu : Yeni ulaştım.
Tarih : 25 Mayıs 2004
Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var
ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz. Buraya yeni ulaştım ve
kaydımı yaptırdım. Herşey yarın senin buraya geleceğini
düşünülerek
hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum.
Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin.
Not : Burası çok sıcak.

Yabancı Avcı

Palavracılıklarıyla ünlenmiş üç avcı, Avcılar Kahvesinde çevrelerini sarmış meraklılara gene atıp tutmaya başlamışlar. Birinci avcı gözlerini aça aça söze girmiş:
“Arkadaşlar, geçen hafta yurtdışından yabancı bir avcı dostum geldi. Onunla ava çıktık. O bir tane bile keklik vuramazken ben arka arkaya tam 20 tane keklik vurdum!”
İkinci avcı heyecanla sözü almış:
“Seninki de bir şey mi canım! Ben de geçen hafta yurtdışından gelen yabancı bir avcı dostumla birlikte ava çıktım. O bir tane bile tavşan vuramazken ben sadece üç kurşunla tam 30 tane tane tavşan vurdum be!”
Tüm bu anlatılanlara bıyık altından gülen üçüncü avcı söze girmiş: 
“O-hoo arkadaşlar sizinki de ne ki Allah aşkına! Ben de geçen hafta yurtdışından gelen bir avcı dostumla ava çıkmıştım. Adam bir tek tilki bile vuramazken ben onun kafasının içinde dolaşan kırk tilkiyi birden hem de tek kurşunla vurdum ya!”

Misafir

Yaz günlerinin birinde Hoca 'ya hanımının kardeşi dört çocuğu ile misafir olup geldi. Aradan üç dört gün geçse de misafir gitmekten hiç bahsetmiyordu. Bu arada yaramaz çocuklar Hoca'nın havlusunun altını üstüne getirdiler. Gülleri yoldular, camları kırdılar, her tarafı talan ettiler. Misafir çocuklardan biri uzun sopa alıp üzümleri, elmaları çırpıştırırken, Hoca'nın oğlu onun elindeki sopayı aldı. Çocuğun annesi hemen ortaya çıkıp: - Benim çocuklarım, çok erken büyümüşler, bı- rakın oynasın. Üzümler, elmalar ise her yıl olur, dedi. Hoca misafir çocuğa gık diyemeyip, gece vakti sofaya çıktı. Onun of çekip oturduğunu gören bir tanıdığı hâlini sorar: - Hoş, hoca pek çok sinirli görünüyorsun. - E, birader, hanımımın kardeşi geldi, dört tane ya ramaz şımarık çocuğu varmış. Tepemden girip bey nimden çıkmakta. Sabahleyin hanımınız kahvaltıyı bizde etse de, misafiri insafa getirse gitse1 . Sabahleyin komşunun hanımı kahvaltıya geldi, lafı dolandırıp Hocanın arzusunu ortaya koydu. - Şimdi birbirimizin yüzüne doymadık, dedi mi safir. Sohbete kulak vermekte olan Hoca, birden ağ- layıverdi ve dedi: -Bu dünyada bir birbirimizin yüzüne doyacak olsak, kıyamette yüz yüze görüşmezmişiz.

Çorbanın Çorbası

Hoca'nın avcı tanıdıklarından biri tavşan getirdi. Hoca memnun olup, onu bir gece misafir etti. Aradan bir hafta geçince, o ava yine gelip Hoca'nın kapısını tıklattı. Hoca, onu bu seferde misafir edip gönderdi. Aradan bir hafta geçince, bir kişi Hoca'ya misafir geldi. Hoca, ona "Siz kimsiniz? " diye sordu. "Su tavşan getiren tanıdığınızın tanıdığı olurum" dedi. Hoca: "Çok güzel" deyip onu da çorba ile ağırlayıp gönderdi. Yine bir hafta geçince, Hoca 'mn kapısını bir adam daha çaldı. Hoca, onun kim olduğunu sordu. O da, "Tavşan getiren tanıdığınızın tanıdığının tanıdığı olurum" diye cevap verdi. Hoca: "Öyle ise hoş geldiniz" deyip onu da hürmetle bekletti, eve girip bir tabak yavan çorba alıp çıktı. Gelen misafir şaşırıp: - Bu nasıl yiyecek, dedi. -O tanıdığınızın getirdiği tavşanın çorbasının çorbasının çorbası! diye cevap verdi Hoca.

Ölümden Kurtuluş

Hoca 'yi padişah ölümle cezalandırdı. Bu haberi işitince Hoca, kaçmıştı. Padişahın askerleri kovalamaya başladı. Kaçarken Hoca, koyun sürmekte olan bir zengine rastladı.
-Hey Hoca, it kovalayan Tat gibi böyle koşturuyorsun? dedi zengin.
-Adamlar toplanıp beni ölen padişahın yerine padişah etmek istiyorlar, ondan dolayı kaçıyorum.
- Padişah edelim diyorlarsa kaçılırmı, ey ahmak?
- Benim yerime padişah olur musunuz?
- Nasıl olur? meraklandı zengin.
-Çok kolay. Giyimlerimizi değiştireceğiz, kovalamakta olanlar bilmeden sizi padişah ederler, sonra da ses çıkaramazlar. Zengin bu teklife razı olup, giyimleri tam değiştirdiğinde askerler yetişip zengini yakaladılar ve ırmağa attılar. Ertesi gün Hoca bağırarak türkü söyleyip padişahın sarayının önünden geçti. Bunu gören padişah sinirlenip bağırdı:
- Gece öldürdük dediler, bu hayasız canlı yürüyor, hemen bugün tutup öldürün. Hoca'yı yakaladılar ve çuvala koyup ırmağa atmak istediler. Onu kaldırmışlardı, çuval içinde Hoca, Allah'a yalvarmaya başladı:
-Ey Allah'ım, ben ölüyorum, evimdeki eriğin dibinde gömülü bir küp altını muhtaçlara sen bölüştür. Bu sözü işiten cellatlar çuvalı yolda bırakıp, Hocanın evine koştular. O sırada imam eşekle geliyordu, sordu:
- Hey Hoca, niçin çuvala girdiniz ?
- Bir saat çuval içinde kalsam, padişah bin altın verecek, diye cevap verdi Hoca. Altının haberini işitince, imamın gözleri yerinden çıkayazdı ve Hoca 'ya yalvarmaya başladı.
-Molla Nasreddin, siz derviş adamsınız, paranın ne gereği var. Ben size yüz lira vereyim, yerinizi bana verin, sevap olur.
- Haydi olsun, sizin için razı oldum. Hoca, imamın yüz lirasını alıp, onu çuvala koydu ve pır deyip gidiverdi. Hoca'nın avlusunu baştan ayağa arayıp hiçbir şey bulamayan cellatlar kızarak geldiler ve çuvaldaki imama vura vura nehre fırlattılar. Ertesi gün Hoca, imamın eşeğine binip, türkü çağırarak yine padişahın sarayının önünden geçip gitti. Bunu gören padişah erkânına bakarak:
- Bunu hiç öldüremezmişiz, dedi.

Akıllı Şehzade

Padişah oğluna başka bir eğitimciye gönderdi, aradan bir yıl geçince, eğitimci padişahın huzuruna gelip şöyle dedi: 
- Alemin padişahı, eğitim işimiz sona erdi, meclisin huzurunda şehzadeyi imtihan edebilirsiniz. Padişah memnun olup, eğitimciye hüatler giydirdi. Oğlunu tantanalı şekilde imtihandan geçirmek için yurdun bilginlerini çağırttı. Eğitimci mecliste kibirlenerek söze başladı: 
- Şehzademiz benim eğitimimde ilim ve anlayış konusunda mükemmelliğe erişti. İşte şimdi sınayıp görünüz. 
Mesela: Siz elinizde bir şey gizleseniz, şehzade onun ne olduğunu yumruğunuzun duruşuna babırak söyleyiverir: Efendi, hemen parmağından yüzüğünü çıkarıp avucuna sakladı ve ortaya çıkıp şehzadeye: 
- Haydi, bu nedir, bulunuz? Kendi yuvarlak, or tası delik, dedi. 
- Evet buldum. O değirmen taşı! dedi. Efendi yüzüğünü parmağına taktı ve padişaha hürmet ederek: 
- Sultanlar sultanı, diğer feraset ve anlayış sahipleri şimdi şehri şehzadeye boşalttırıp, kendileri dağa yabana çıkıp gidiverseler olurmuş, dedi.

Bir Kuzuda Evde

Bir inşaata amele alınacaktır. Alınacak elemanları kalfa Cemal'in seçmesi istenir. Adaylar kalabalıktır. Bu durumda Cemal sınav yapmaya karar verir.
-Pize 1 kisi lazımdur. Pu nedenle sizu imtihan edeceğum. Bir ara gözü Temel'e ilişir. Burnundan tanımıştır. Hemşehrisini işe almak ister. Önce Temeli sınava alır ve sorar.
-Hemşerum söyle baa bakalum.. Sana 3 kuzu verdum, sonra 2 kuzu daha verdum kaç kuzu oldi?
-6 tane oldi.
Cemal biraz bozulur ama çaktırmaz.
-Tabi bu soru biraz zor oldu piraz taha kolayini sorayum.
-Sana 2 kuzu verdum, sonra 1 tane taha verdum kaç kuzi oldi?
-Tört kuzi oldi.
Cemal sinirlenir, Ama hemsehrisinide işe almak ister.
-Peçi 1 kuzi verdim, sonra bir kuzi taha verdum kaç etti?
-Üç etti.
Bunun üzerine Cemal iki tokat çakar ve tekrar sorar.
-Pir kuzi verdum, kaç kuzin oldi?
-İçi tane.
Cemal iyice sinirlenir ve Temeli iyice döver.
-Ulan hemşeru teyup işe almak istedum, sende tam salakmişsun. Ula sağa pir kuzi vermişsem pir kuzin olur anladun mi?
-Olir mi, der Temel.
-Penum evde bir kuzi de kendumin var.

Aynı Yaşta Teğil Midur

Temel yaşlanmış ve sol ayağı devamlı ağrımaya başlamıştır. Ağrılara dayanamayan Temel günün birinde doktora gitmiş :
-Eyi çünler toktor pey.
-Buyrun size nasıl yardımcı olabilirim.
-Pir şiçayetum vardur.
—Anlatın sizi dinliyorum.
-Haçan pubenim sol ayağım tevamli olarak ağrımaktadır. Temeli kısa bir süre inceleyen doktor teşhisini koyar.
—Efendim sizin sorununuz yaşlılıktan meydana gelmektedir. Yani ayağınızda romatizma vardır. Doktorun bu teşhisini duyan Temel :
-Ula toktor pey madem öyle diyeysunuz ama penum sağ ayağım hiç ağrımıyor o da öbür ayağımla aynı yaşta teğil midur.???

Asmak

Dursun evinden çıktığında birde bakar ki komşusu Temel kendini belinden ağaca asmış halde duruyor. Hemen gidip ipi ağaçtan çözer. Komşusunu ağaçtan indirdikten sonra merakla sorar :
-Ha sen ne yapayudun öyle?
-Hiç kendimi asaydum...
-Ha uşağum, penum pildiğum insan poynundan asılayi. Temel üzgün ve çaresiz bir halde komşusu Dursun'a baktıktan sonra cevap verir :
-Ben de öyle yapmişudum. Ama ipu poynima pağladığum zaman bi türlü nefes alamayrum.

Akşam Serinliğinde

Bir mecliste konuşulurken,
Amerikalı :
-Biz Mars'a gideceğiz, demiş.
Alman :
-Biz yakıtsız giden otomobil üreteceğiz, demiş.
Fransız :
-Atom bombasını etkisiz hale getirecek projelerimiz var, demiş.
Bizim Karadenizli de onlardan geri kalmamak için : -Biz de güneşe gideceğiz, demiş.
-Güneşe gidemezsiniz, demişler. Güneş yakar. Karadenizli gülümsemiş :
-O kadar da enayi değiliz, tabi, demiş. Akşam serinliğinde gideceğiz.

Anlatılırmı

Lazın birinin hiç erkek çocuğu olmazmış. Her sene mısır tarlasını kendisi beklemekten canı sıkılmış.
- Ulan, demiş, sonunda ne var punun, bir yüksek kulübe yapa-yum tarlaya, misurlan biraz da kiz peklesun.
Her akşam kulübenin merdivenini kaldırır. Kız nasıl olsa emniyette şimdi, diye rahat rahat evine gidermiş.
Ee, komşu tarlaya bakan delikanlı da başlamış kanı kaynamaya... Bir gece, işaret falan... Bir merdiven uydurup çıkmış kulübeye. Sabah bizim Laz gelmiş:
- Kız, hişt! Daha uyanmadın mı?
Ses yok... Merdiveni dayayıp çıkmış, kızda bir tuhaflık, birden aklı başına gelmiş.
- Uuuy! Da bizim kizi mahvetmişler. Tabii doğru mahkemeye.. Hakim:
- Kızım, demiş, olayı anlat bakalım! Kızda ses yok. Kızarıp bozarıp duruyor.
- Evladım, anlatsana, nasıl oldu olay? Laz artık dayanamamış:
- Pak bana hacim bey! demiş. Ha sen yataydın da penim kulübede... Ha pen celdum da saa bir şey yaptum.
Ha punu her yerde anlatur muydun da?...

Karışık

Otobüs durağı tıklım tıklım dolu idi. Sonunda bir otobüs geldi ve bekleyenler arasında önce dar bir etek giymiş olan genç kadın kapıya atıldı. Onun arkasında da Temel ikinci olarak yerini aldı. Ne var ki kadın eteği dar olduğundan bir türlü çıkamıyordu. Ayağını merdivene atabilmek için elini arkasındaki düğmelere uzattı ve birisini açtı. Çıkamadığını görünce bir düğme daha açtı. Fakat bir türlü bacağı merdivene yetişmiyordu, üçüncü düğmeyi daha açtığında da amacına ulaşamamaştı.Duraktakilerden homurtular ve kızgınlık sesleri yükselirken kadının arkasında duran Temel onu kucakladığı gibi merdivenlerden çıkarıp otobüsün sahanlığına çıkarıverdi.Kadın oldukça şaşırmış bir halde Temel'e kızgın gözlerle bakarak:"Yaptığınız hareketi beğeniyor musunuz beyefendi? Yoksa siz benim kocam mısınız?" deyince, Temel:
"Peçi siz de penum karum musunuz. Teminden peri turnadan pantolonimin düğmelerini çözeyesunuz?"

Homoluk

Temel 20 senedir Almanya'da yaşıyormuş. Bir gün göçmen bürosuna gidip Almanya'dan kesin dönüş yapacağını söylemiş. Göçmen bürosundaki Almanlar Temel'i tanıyorlar, seviyorlar. Sormuşlar niye dönüyorsun diye. Temel
- “Homoseksüeller yüzünden” demiş. Bürodakiler şaşırmış.
- “Seni rahatsız filan ediyorlarsa hemen bir şikâyette bulun, gereğini yaparız. Buradan bu yüzden ayrılmana değmez demişler”.
Temel
- “Beni rahatsız etmiyorlar” demiş.
Bürodakiler yine şaşırmış
- “Peki, neden gidiyorsun?”.
Temel cevaplamış:
- “Burada 20 yıl önce homoluk yasaktı, 10 yıl önce serbest oldu, 5 yıl öncede evlenmelerine izin çıktı. Homo olmak mecburi olmadan dönmek istiyorum.”

Kepek Ekmeği

Temel 70 yaşında, kahvede oturuyor. Yanında da en yakın arkadaşı 75'lik İdris. Tavlanın en heyecanlı yerinde birisi koşa koşa kahveye geliyor da:
- “Müjdemi isterim İdris dede, bir oğlun oldu” diyor.
Temel şaşkın, soruyor:
- “Uşağım, ha bu işin sırrı nedur?”
İdris:
- “Kepek ekmeği” deyip alelacele oğlunu görmek için evin yolunu tutuyor.Temel de doğru fırına, kepek ekmeği için. Temel fırına giriyor, tezgâhtar kıza:
- “Hemen bana 30 kepek ekmeği” diyor.
Kız da:
- “Aman beyefendi, bu kadar ekmeği napacaksınız, yarına kaskatı olur” diyor.
Temel de:
- “Ula bu nasıl iştir, herkes biliy de bi ben bilmiymişim”.

İlk Gündenmi Başlayacağız

Dursun Amerika’ya gidiyor. 5,6 ay sonra arkadaşı Temel'i arıyor:
- “Ula Temel hacan çabuk buraya gel. ”
Temel : - “Niye la Dursun? ”
Dursun : - “Ha burada çabuk zengin olayisun. ”
Temel : - “Ne iş yapacağum? ”
Dursun : - “Ula sırf yere düşen paraları topla yeter. Başka iş yapma. ”
Neyse Temel Amerika'ya gidiyor. Uçaktan iniyor. Taksi garajına giderken, bakıyor yerde 100$ ve almıyor. Kendi kendine:
- “Ula ilk günden mi işe başlayacağız. ”

Bar

Temel Londra'da otelin birinin odasında kara kara düşünüyor. 'Ulan' diyor,
- “Ben aşağıdan içki isterken laz olduğum anlaşılır mı acaba?” Geçiyor aynanın karşısına ve prova yapıyor.
- “Bana bir visku” yok böyle anlarlar
- “Bana bir rakı” 'yok' diyor 'böyle de anlarlar.
- “Bana bir bira” Tamam diyor böyle iyi anlamazlar.
Ve aşağıya iniyor, masaya dirseklerini dayıyor ve sesleniyor.
- “Barmen bana bir bira. ”
Barmen Temel’i biraz süzdükten sonra soruyor:
- “Birader sen laz mısın? ”
Temel:
- “Uuuy nasıl anladın” diyor;
- “Burası resepsiyon da bar karşıda! ”

Soğan Varmı

Temel eczacılık fakültesini bitirmiş. Fakat eczane açacak parası yok, girmiş bir eczaneye:
- “Beyefendi sizde soğan var mı? ”
Adam Temel'i başından savmış. Temel bu durur mu? Her gün yeni saçma sorularla geliyormuş. Bir gün eczacı Temel'e:
- “Kardeşim senin derdin ne? ”
- “Burayı bana sat. ”
Eczacı kurtulmak için eczaneyi satmış, birkaç gün sonra eczaneyi satan adam içeri girmiş, Temel'e:
- “Siz de soğan var mı? ” demiş.
Temel adama:
- “Bizde soğan var ama senin reçeten var mı? ” demiş.

Pazarlık

Bir gün Temel balığa çıkar.İyi bir avdan sonra bir tekne balık tutar.Birden hava patlar ve çok büyük bir fırtına çıkar.Temel dua etmeye başlar.Tanrım beni bu fırtınadan kurtarırsan bütün bu balıkları fakirlere dağıtacağım der içinden.Hava bir zaman sonra düzelir.Temel evine dönmeye başlar.Bir taraftanda balıklara bakar ve içinden bu balıklar fazla, yarısını da atsam olur der.Biraz daha sonra balıklara tekrar bakar ve bu balıkların yarısı da çok fazla ben bunların çeyreğini de atsam olur der.Biraz daha zaman geçer Temel tekrar balıklara bakar.Tam o sırada hava tekrar bozulur.Temel kafasını gökyüzüne diker ve şöyle der.
- “Haçen sen de şakadan hiç anlamiyusun.”

Telsiz Telefon

Temel bilim adamı iken bir arkeoloji araştırmaları konferansına davet edilir. Amerikalılar anlatmaya başlar;
- “Biz ülkemizde yaptığımız kazılarda 25 metre aşağı indik ve telefon kabloları bulduk. Öyleyse bizim atalarımız asırlar önce
telefon kullanmışlardır. ”
Sıra Türkiye’ye gelir ve Temel başlar anlatmaya
- “Biz ülkemizde yaptığımız kazılarda 50 metre aşağı indik ama bir şey bulamadık. Öyleyse atalarımız telsiz telefon kullanmışlardır. ”

Dönmedolap

Temel’le Fadime lunaparka giderler. Dolaşırlarken bir ara Fadime dönmedolaba binmek ister. Temel karşı çıkar,
- “Olmaz, donun gözükür,” der.
Fadime susar. Az sonra Temel balonlara tüfek atarken Fadime çaktırmadan yanından ayrılır. On dakika sonra Temel’in yanına döner. Temel sorar:
- “Neredeydin?”
- “Dönmedolaba bindim,” deyince Temel sinirlenir.
- “Ben sana binme donun gözükür demedim mi?”
- “Dedin ama gözükmedi. Çıkardım oni”.

İki Maaşımı Vereyim

Temel çok zengin ayrıca prestiji de sağlam. Bir gün otelin birinin kral dairesinde ummadık bir şey oluyor. Temel altına kaçırıyor.Temel pantolonu falan fazla kirlenmediğine seviniyor ama çorap batmış. Şimdi komiyi çağırsa rezil olacak. En iyisi diyor pencereden aşağı atayım. Çorabı pencereden sallarken elinden kaçıyor ve tavana çarpıp yere düşüyor. Eyvah. Tavan mahvoldu.Çaresiz artık komiyi çağırıyor. Komi içeri giriyor. Temel:
- “Şu tavandakini temizle sana bir maaşın kadar avans vereyim.”
Komi çok şaşkın şekilde cevap veriyor:
- “Sen onu oraya nasıl yaptığını söyle ben sana iki maaşımı vereyim.”

100 Tane

Temel Dursun ’a soruyor:
- “Ula Dursun sen oruçlu oruçlu kaç hamsi yersun? ”
Dursun : “Vallaa 100 tane yerim. ”
Temel : “Olur mu ulan ilk hamsiyi yediğinde oruç bozulur diğer 99 sayılmaz. ”
Neyse Dursun bunu kafaya takıyor. O da yine yolda gördüğü İdris ’e soruyor:
- “Ula İdris sen oruçlu olarak kaç hamsi yersun? ”
İdris : “Valla 50 tane falan. ”
Dursun : “Ula 100 tane deseydun sana bir şey anlatacaktum. ”

Bir Kedi Daha

Akıl hastanesinden kaçan iki deli, karşıdan gelen bekçiyi görünce iri gövdeli bir çınarın arkasına saklandılar.Bekçi,onların ayak seslerini işitmişti.Sordu:
- Kim o?
İçlerinden biri kedi gibi miyavladı.
Bu başarılı miyavlamadan sonra bekçi yürüyüp gidiyordu ki,delilerin ayakları altındaki yapraklar hışırdadı.Bekçi geri dönüp yine seslendi:
- Kim var orada?
İkinci deli cevap verdi:
- Bir kedi daha.

Bisiklet Tamircisi

Fıkra bu ya :Hitler ve Stalin bir barda oturmaktadırlar. O sırada bara gelen bir müşteri onları görür ve şaşkınlıkla :
-Siz Hitler ve Stalin değil misiniz? diye sorar.Onlar :
-Evet.
- Eee napıyosunuz burada?
-3'uncu dünya savaşını planlıyoruz.
-Neler yapacaksınız?
14 milyon yahudi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz.
-Bisiklet tamircisi mi?
Hitler Staline döner ve:
- Ben sana demedim mi yahudileri kimse takmaz diye!

Bizim Tekir

Nasreddin Hoca Kasaba gidip bir okka et alır, eve gönderir.
Hoca’nın karısı yahniyi pişirirken komşuları çıkagelir. Gözü gönlü tok, eli açık olan kadıncağız komşularına yahni ikram eder. Komşular, yemeğin tamamını yiyip bitirir ve dönerler evlerine.
Bütün gün yahni özlemiyle akşamı zor eden Hoca evine döner. İştahla oturur sofraya. Biraz sonra karısı önüne bir tabak bulgur aşıyla bir kaşık koymaz mı? Hoca hiddetlenerek sorar ne olup bittiğini.
“Efendi,” der karısı, “Eti bizim Tekir yedi.”
Bu sözü duyan Hoca sinirlenerek eline bir sopa alır ve Tekir kediyi aramaya koyulur. Bir süre sonra Tekir görünür, bir deri bir kemik... Yürüyecek gücü yok, iskelet gibi...
Hoca şaşkın : “Hatun, yahnilik eti şu bizim Tekir mi yedi?” diye sorar. Karısı da “Evet Efendim,o hınzır yedi.” diye cevap verir.Bunun üzerine Hoca alır eline el terazisini ve tartar Tekir kediyi... Tam bir okka çeker Tekir.
Bunun üzerine karısına şöyle çıkışır
Hoca :
“Hatun! Şu gördüğün bizim Tekir tam bir okka geldi. Öyleyse, yahnilik et nerede? Şayet et bu ise bizim Tekir nerede?

Bizimki Daha Güzel

Karı koca yemek yiyor... O sırada masaya yaklaşan heykel gibi güzel bir esmer, adamı selamlayıp geçiyor. Adamın karısı soruyor:
-Kim bu afet?
Adam:
-Eğer mutlaka bilmek istiyorsan söyleyeyim, metresim!
Kadın:
-Bir de bu kadar pervasızca söylüyorsun. Boşanıyorum senden!
Adam:
-Yani Etiler'deki apartmanı, Kandilli'deki yalıyı, Göcek'teki tekneyi ve Nice'deki villayi bırakıyorsun...
Uzun bir sessizlik olur. Çift yemeğini çatallarken kadın birden sorar:
-Şu arkada oturan Fuat değil mi? Yanındaki kadın kim?
Adam:
-Fuat'ın metresi.
Kadın:
-Ayy bizimki çok daha güzel!

Bir Hatırlasam

Ahmet Bey 97'sinde. Hüseyin Bey ise 92'sine erişmiş. Yıllardır dostlukları devam etmekte. Birgün Ahmet Bey Hüseyin Bey'in evinde yemeğe davet edilmiş.
Dikkatini çekmiş, Hüseyin Bey karısına hitap ederken "gülüm", "hayatim", "balım", "tatlım',"şekerim", "sevgilim", "rûhum", gibi laflar kullanıyor.
Bir ara karısı mutfaktayken yine, "bir tanem, nerelerdesin, yemeğin soğuyacak" demiş. Ahmet Bey dayanamamış:
-Yahu dikkat ediyorum, karına ne iltifatlı laflar ediyorsun... ballar, şekerler... Bunca seneden sonra olacak şey değil, bravo sana, demiş.Hüseyin Bey şöyle bir arkasını dönüp karısının hâlâ mutfakta olduğundan emin olduktan sonra:
-Sorma birader demiş. Ne balı şekeri, 10 yıl oluyor bizim hâtunun adını unuttum. Bir türlü çıkaramıyorum.

Bilmemki

Çok güzel bir sarışının otomobilinin lastiği patlamıştı.
Arabayı yolun kenarına çekti ve beklemeye başladı, birkaç dakika geçmeden, yoldan geçen başka bir araba durdu,içindeki adam indi, büyük bir nezaketle sarışına;
- Yardıma ihtiyacınız var mı? diye sordu.
Sarışın :
- Bilmem ki, arabamın lastiği patladı...
Adam hemen aletlerini toparladı, arabanın tekerleğini çıkardı, kan ter içinde lastiği tamir etti ve yeniden yerine taktı.Sarışınla konuşa konuşa iyice ahbaplığı ilerletmiş, sıra randevu istemeye gelmişti :
- Acaba sizinle bir daha nerede görüşebiliriz?
Kadın, çapkın bir ifade ile cevap verdi :
- Valla bilmem ki.. Arabamın lastiği bir daha ne zaman patlar.

Temel Üniversitede

Temel üniversitede final imtihanlarına girmiş, daha sonuçlar açıklanmadan memleketine dönmeye karar vermiş. Arkadaşına da sıkı sıkı tembih etmiş:
- Sonuçlar açıklanınca bana telefon et. Kaç dersten kaldımsa bana söylersin. Aman ha dikkat et, şayet telefona annem çıkarsa şifreli konuş. Eğer bir zayıfım olursa anneme 'Muhammet 1'in Temel'e selamı var', dersin. İki zayıfım olursa 'Muhammet 2'nin Temel'e selamı var' der,telefonu kapatırsın.
Sınav sonuçları açıklanmış. Arkadaşı telefon açmış. Tesadüf bu ya, telefona Temel'in annesi çıkmış. Arkadaşı, Temel'in evde olmadığını öğrenince annesine selamı iletmiş: - Ümmet-i
Muhammedin Temel'e selamı var.

Öksürük

Temel boğmaca hastalığına yakalanmış. Acayip bir şekilde öksürüyormuş Sonunda doktora gitmeye karar vermiş. Doktorun odasına girmiş. Doktor Temel’i muayene etmiş ve şöyle demiş;
- “Bu vereceğim ilacı günde 3 kez alacaksın va bir hafta sonra kontrol için tekrar bana geleceksin”.
Ancak doktor Temel'e yanlışlıkla güçlü bir müshil ilacı vermiş. Temel aradan 2 gün geçtikten sonra dayanamayarak doktora tekrar gitmiş. Doktor Temel'e
- “Öksürüğün nasıl oldu?” diye sormuş. Temel doktorun suratına bakarak şöyle demiş
- “Cendime cüvenemeyurum ki öksüreyum doktor bey”.

Akıllı PC

Bilgisayar fuarını gezen Temel 100.000$’lık, 250.000$’lık PC’leri incelerken bir stand'da 1.000.000.000 $’lık bir PC görünce hayretler içerisinde kalıp stand'daki görevliye neden bu kadar pahalı olduğunu sormuş. Cevap olarak bu PC'nin çok marifetli olduğunu, özellikle sorulan her sorunun cevabını doğru olarak verdiğini söylemiş görevli ve Temel'i denemeye davet etmiş.Klavye'nin başına oturan Temel
- “Babam şu anda nerede” diye sormuş PCye.
İki cırt, bir pırt ettikten sonra
- “Babanız şu anda Bodrum'da balık tutuyor” diye yanıtlamış PC.
Temel,
- “Olmadı işte, bilemedi” demiş görevliye, “babam öleli iki yıl oldu”.
Görevli telaşla,
“aman efendim nasıl olur, izin verin bir de ben deneyeyim” demiş ve klavye'ye geçerek “ bu hatayı nasıl yaptın, beyefendinin babası vefat edeli iki yıl olmuş” diye yazmış.
PC yine iki cırt, bir pırt ettikten sonra yanıtını vermiş.
- “Beyefendinin annesinin eşi öleli iki yıl olduğu doğru, babası şu anda Bodrum'da balık tutuyor”!

Pist

Temel ile Dursun pilot olmaya karar verirler. Pilotluk kursunu bitirip diplomalarını alırlar. İlk seferlerini yapmak üzere uçakla havalanırlar. İnişe geçecekleri sırada Temel, Dursun'a dönüp:
- “Şimdi kuleden haber geldi. Bu hava limanının pisti oldukça kısaymış. Bu yüzden tekerlekler yere değer değmez, frenlere sonuna kadar asıl ki, pistin dışına çıkmayalım”, der.
Az sonra inişe geçerler. Tekerlekler yere değer değmez, Dursun frenlere asılır. Uçak kıl payı pistten çıkmadan durur. Temel alnındaki terleri silerken Dursun'a dönüp:
- “Bu ne biçim pist? 50 metrelik yerde uçak durur mu? ”
Dursun başını iki yana sallayıp cevaplar:
- “Haklısın Temel. Bir de şu yanlara baksana. Eni de en az 10 km. var. ”

Fare Kapanı

Temel bir sene çalışmış bir alet yapmış. Alet bir karış sopa ucunda da bir jilet ve bir peynir. Bunu Ankara’ya götürmüş
tescilletmek için. Demişler bu ne Temel anlatmış fare kapanı. Fare sopanın üstünden gelecek peyniri yerken boynu kesilecek
demiş. Herkes demiş ki kesmenin olabilmesi için hareket lazım demişler ve Temel gitmiş. Bir sene sonra gelmiş aynı alet ucunda peynir yok bu nasıl çalışır demişler. Fare gelecek peyniri göremeyecek nerden benim peynirim deyip kafasını sallarken boynu kesilecek demiş.

Savaş

Lazlar ile Ruslar savaş halindeler. Ruslar bir taktik geliştirmiş, Ruslardan bir tanesi kalkıp bağırıyormuş:
- “Temel kimdir? ”
Temel ayağa kalkıp
- “Benum” demiş.
DAN, Temel’i vurmuşlar
- “Dursun kimdir? ”
Dursun ayağa kalkmış,
- “Benum” demiş.
DAN, onu da vurmuşlar. Akşama kadar lazlar çok kayıp vermiş. Akşam bir köye gidip hocaya danışmışlar. Hoca da siz de onlar gibi yapın demiş. Ertesi gün Temel Ruslara doğru seslenmiş:
- “Igor kim? ” ... Ses yok.
- “Petro kim? ” ... Ses yok.
Aradan 10 dakika geçmiş Ruslardan biri bağırmış
- “Igor'a seslenen kim? ”
Temel ayağa kalkmış:
- “Benum, niye sordun? ”
DAN

Ne Göbek Atması

Temel’in bir gün kangren olan bacağını keserler ve Temel hayata küser. Toplum içine çıkmak istemez, kimseyi görmek istemez.Fadime’yle bile konuşmak istemezmiş. Neyse bir gün Fadime Temel’e seslenmiş.
- “Temel koş koş..”
Temel bu lafa çok içerlemiş ama acaba noluyo diye gitmiş Fadime’nin yanına. Fadime dışarıyı işaret ederek “bak” demiş. Temel dışarıya bir bakmış ki ne görsün. Kolları olmayan, omuz hizasından kesilmiş bir adam sokakta göbek ata ata dolaşıyor. Acayip şaşırmış. Düşünmüş taşınmış işin içinden çıkamamış. Gitmiş adamın yanına:
- “Kardeş ya” demiş. “Benim bacağımı kestiler hem de bir bacağımı ben hayata küstüm. Sen nasıl olur da iki kolun birden kesilmişken böyle göbek atabiliyorsun” demiş.
Adam da: - “Ne göbek atması be adam. Kıçım kaşınıyor kıçım!” demiş.

3 Ceset

Savcı morga gelen 3 ceset için çağırılmış. Birinci ceset sırıtıyormuş. Savcı nedenini sormuş. Milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazanıp sevincine dayanamadı kalpten öldü demişler. İkinci ceset yine sırıtıyormuş. Bu neden sırıtıyor diye sormuş. Bu da 'Selin Toktay' ile sevişirken kalbi dayanamadı cevabını almış. Üçüncüsü Temel'in kömürleşmiş cesedi imiş. Ama o da sırıtıyormuş.
- “Bu neden öldü” diye sormuş savcı.
- “Efendim buna yıldırım çarptı” diye cevap vermişler.
- “Peki, niye sırıtıyor” diye sormuş.
- “Fotoğraf çekiliyor sanmış. ”

Uçakta

Temel Amerika’ya giden uçakta, yol uzun, uçak kalabalık, kendi kendine düşünüp durur. Yolun sonuna doğru bir gümbürtü kopar.
Arkasından da pilot açıklama yapar:
- “Sayın yolcular dört motorumuzdan biri susmuştur. Ancak panik yapmanıza gerek yok. Sadece uçuşun sona ermesine 1 saat kalmıştı ama şimdi bu yolu 2 saatte alacağımızı bildirmek istiyorum.”
Yolculardan ses çıkmaz, herkes rahatlar derken bir gümbürtü daha kopar. Arkasından pilot bir açıklama daha yapar:
- “Sayın yolcularımız, motorlardan biri daha sustu ancak endişe edecek bir şey yok, sadece yolumuz 2 saat daha uzadı.”
Neyse yolcular yine sakinleşirler, aradan bir 10 dakika geçer ki bir gümbürtü daha kopar, arkasından da pilot tabii ki yine bir açıklama yapar:
- “Sayın yolcularımız, endişelenecek bir şey yok, bir motorumuz daha gitti ama biz tek motorla da yolculuğu bitirebiliriz, sadece yolumuz dört saat daha uzamış bulunmaktadır. Lütfen panik yapmayınız. ”
Bunun üzerine o ana kadar sakinliğini koruyan Temel bir anda alevlenir ve bağırmaya başlar:
- “Bir motor daha bozulursa bu sersem herif bizi bütün gün havada tutacak!”

Tıp

Temel doktor olmuş. Karşısına bacağı mosmor, davul gibi şişmiş bir hasta getirmişler.
- “Ayağına sımsıcak bir bez saracaksın, yarına bir şeyin kalmaz”, diye ne yapması gerektiğini anlatmış.
Hasta ertesi gün bacağı daha da şişmiş bir halde çıkagelmiş. Temel yeni tedavi önerisini yapmış.
- “Ayağını buz torbasına sar, bir şeyciğin kalmaz... ”
Hasta şaşırmış.
- “İyi ama daha dün tam tersini söylemiştiniz. ”
Doktor Temel adama ters ters bakmış:
- “Ne yani hemşerum, tıp bu, hiç celişme cöstermeyecek mi? ”

Süzme

Temel’in 8 tane çocuğu varmış ama hepsi de birbirinden salak, gerizekalıymış. Temel ve karısı Fadime doktora gitmişler. Durumu anlatmışlar. Böyle böyle biz artık çocuk istemiyoruz demişler. Doktor bunlara 1-2 kutu prezervatif vermiş. Nasıl kullanılacağını falan anlatmış yollamış. Neyse bunlar kullana kullana bir gün prezervatifleri kalmamış Temel kara kara düşünmeye başlamış. Ne yapsak ne etsek diye Fadime
- “Dur ben sana dantelden örüvereyim” demiş.
Ölçüyü falan almış 1-2 gün içinde örmüş. Aradan 9 ay geçmiş Temel ile Fadime’nin 1 çocukları daha olmuş. Zamanla çocuk büyümüş,9-10 yaşlarına gelmiş. Ama nasıl bir çocuk zeki mi zeki, fırlama mı fırlama. Önceki 8 ine hiç benzemiyor. Tüm sınavlarda birinci,sporda tüm şehrin en iyisi, köyün en zeki, atılgan çocuğu olmuş. Bir gün Temel kahvede otururken sormuşlar:
- “Ya Temel senin 9 çocuğun 8'i deli mi deli bu sonuncusu nasıl oluyor da bu kadar akıllı oldu ?”
Temel gerine gerine cevap vermiş:
- “Süzme o, süzme.”

Kafaya Takmıyorum

Şimdi efendim bizim Karadenizli vatandaşlarımızdan birisi (yani Temel) oldukça şiddetli bir ishale yakalanmış ve hastaneye gitmiş.
Tabii ilk muayeneyi yapan doktor bakmış ve hemen dâhiliye bölümüne sevk etmiş. İş bu ya bizimki her nasılsa evraklar karışıp dâhiliye yerine psikiyatriye yatırılmış. O da pek ne olduğunu anlamamış ya. Aradan şöyle 1-2 hafta geçince sevki yapan doktor psikiyatri bölümünde bir arkadaşını görmeye gitmiş. Tam çıkıyormuş ki bizim Temel orada...
- “Yahu, demiş... Sen ne arıyorsun burada. ”
- “Bilmeeeeem... Beni buraya yatırdılar ”
- “Eeeee... n'oldu? ... İshalin geçti mi bari? ”
- “Yok canım... Aynı hızda devam ediyor. Ama artık kafama takmıyorum! ”

Paraşüt Kursu

Temel gazetede THK'nun paraşüt kursu ile ilgili ilanını görmüş. İlgisini çekmiş ve hemen başvurmuş. Kaydını yaptırmış. Teori dersleri bitirmişler ve sıra ilk atlayışa gelmiş. Herkes heyecanlı tabii. Hoca,
- “Arkadaşlar, ilk atlayışımızı 2000 metreden yapacağız. Kısaca yineliyorum: atlar atlamaz 3'e kadar sayıp ana paraşüt ipini çekeceksiniz; o açılmazsa yedek paraşütün ipini çekersiniz o kesinlikle açılır. Aşağıda sizi bir jeep bekliyor olacak. Sorusu olan? ...Yoksa iyi atlayışlar. ” demiş ve herkes uçağa doluşmuş.Uçak atlama yüksekliğine gelince herkes hazırlanmış ve başlamışlar atlamaya. Temel atladıktan sonra öğrendiği gibi ana paraşüt ipini çekmiş ama paraşüt açılmamış. Töbee.. Demiş. Yedek paraşüt ipini de çekmiş ama o da açılmamış. Temel büyük bir hayal kırıklığı ile Ula, Allah bilir, aşağuda cip falan da beklemiyidur.. ”

Kurşuna Dizin

Naziler üç İngiliz, Fransız ve Laz'ı esir almışlar ve sonuçta ölüm cezası çarptırmışlar. Ve askerler soruyor:
- “Beyler Giyotinle mi ölmek istersiniz? Asılarak mı? Kurşuna dizilerek mi? ”
İlk önce Fransız yanıt verdi:
- “Benim atalarım hep giyotinle öldüler ben de giyotinle. ”
Onu almışlar kafasını yerleştirmişler giyotine. Giyotini üstten bırakıyorlar. Tam kafasına 2 santim kalınca giyotin duruyor.
Maalesef giyotin bozuk Almanlar sinirleniyor. Çünkü bu durumda Fransız kurtuldu. İngiliz:
- “Arkadaşlar. Asılarak ölmek çok kötü beni de giyotinle öldürün. ”
İngiliz uyanıklık yapıyor. Almanlar giyotini tamir ediyorlar. Ama olay aynı şekilde cereyan ediyor. Sonuçta İngiliz de kurtuluyor.
Sıra bizim laza geliyor. Bizim Temel de uyanık:
- “Arkadaşlar asılarak ölmek gerçekten çok kötü. E zaten giyotin de çalışmıyor. En iyisi beni kurşuna dizin. ”

At

Temel ile İdris bir gün 2 tane at almışlar. Ancak bir tane ahırları varmış, iki atı da aynı ahıra koymuşlar. Temel demiş ki:
- “Yav İdrus, biz ha punları karıştırıruk. Pen penumkinin yelesini kesayum daa”
- “Ha can temamdur”, diyor İdris.
Aradan bir iki gün geçiyor. Bir de bakıyorlar iki atında yeleleri kesik. Temel hemen olaya el koyup,
- “Ulu uşağum baksana daa. İkisinin de yeleleri kesiktir. Pen penumkinin kuyruğunu kesayum, haçan sen kesmeyesun. ”
Temel kendi atının kuyruğunu kesiyor. Bir iki gün sonra yine bakıyorlar iki atında kuyrukları kesik. Temel de İdris de hayvanların bir taraflarını kesmekten bıkıyorlar sonunda Temel bir çözüm söylüyor:
- “Uşağum İdris cel piz şöle yapalum. Siyah olanı sen al beyazı ben. ”

Teori ve Pratik

Bir gün oğlu Temel’e gelmiş ve teori ve pratik arasındaki farkı iyi anlamadığını ve bir örneğe ihtiyacı olduğunu söylemiş. Bunun üzerine
Temel: - “Annene ve ablana git onlara 500,000$ dolar karşılığında bir arap şeyhi ile bir gece geçirip geçirmeyeceklerini sor” demiş.
Oğlan önce annesine sonra da ablasına aynı soruyu sormuş ve her ikisinin de kısa bir tereddütten sonra kabul ettiğini öğrenmiş ve Temel’e geri dönmüş
- “Sordum baba”
- “Ne dediler? “
- “Her ikisi de kısa bir tereddütten sonra kabul etti”
Temel şöyle bir düşünmüş ve
- “Bu demek ki oğlum bankada teorik olarak 1.000.000$ dolarımız var, pratikte ise evde iki orospu bulunuyooo!”

Hava Durumu

Fizik dersinde herkes ödev olarak bir proje yapacakmış. Derken beklenen gün gelmiş ve herkes projesini anlatmaya başlamış. Sıra Temel'e geldiğinde Temel elinde boş bir kâğıtla tahtaya kalkmış. Öğretmen sormuş:
- “Hani senin projen nerde? ”
Temel elindeki kâğıdı göstermiş:
- “İşte buu. ”
- “Bu mu? Nasıl proje bu böyle? ”
- Bununla hava durumu ölçüyorsun efendim.
Öğretmen şaşırmış:
- “Nasıl yani? ”
- “Şimdi bu kâğıtla sokağa çıkıyorsun. Elinde kâğıt olduğu halde elini havaya kaldırıyorsun. Kâğıt sallanırsa hava rüzgârlı demektir.
Kâğıdı göremezsen hava sisli demektir. Kâğıt ıslanıyorsa anla ki yağmur yağıyor... ”

Poker

Temel bir dostunun evindeki poker partisine davet ediliyor. Soruyorlar kendisine. Poker bilmediğini söylüyor. Ev sahibi Temel’i yanına çekiyor:
- “Bak Temel. Pokerde amaç Asları, Papazları, Kızları falan uyumlu olarak biriktirmeye çalışmaktır. Tüm kâğıtları Kupa Floş'u keser. ”
Temel merak ediyor:
- “Kupa floş ne demek oluyor? ”
- “Kupa floş çok müthiş bir eldir. Kupa 10, kupa vale, kupa kız, kupa papaz ve kupa asından oluşur. O eli bulana karımı bile veririm. ”
Neyse geçiyorlar bir masaya oyunu seyrederlerken birisinin işi çıkıyor. Yerine Temel’i oturtuyorlar. Kâğıtlar dağıtılıyor. Temel ilk kartı açıyor Kupa as. İkinci, kupa kız, kupa 10, kupa papaz veeee kupa vale. Birinci oyuncun eli iyi olacak ki rest diyor. İkinci pas,üçüncü de pas sıra Temel’de Temel ev sahibinin kulağına eğilip soruyor:
- “Ha senun karı hangisidur daa?”
- “Karşı masada oturan sarışın.”
Temel düşünüyor veeee konuşuyor:
- “Bu da PAS.”

Mantık

Temel Dursun’a sordu.
- “Yahu Dursun aristo mantığı nedir? ”
Dursun nasıl anlatacağını düşündükten sonra:
- “Bak Temel.. ”
Temel : “Efendim”
Dursun : “Senin akvaryumun var mu? ” “var”
Dursun : “Akvaryumunu sever misin? ” “evet”
Dursun : “O zaman balıkları da seversin? ” “evet”
Dursun : “O zaman denizi de seversin? ” “evet”
Dursun : “O zaman plajı da seversin? ” “evet”
Dursun : “O zaman plajdaki kızları da seversin? ” “evet”
Dursun : “O zaman o kızlarla yatmayı da istersin? ” “evet”
Dursun : “İşte aristo mantığı budur Temel’ciğim. ”
Bu olay Temel’in kafasına yer etti. Yolda rastladığı birini çevirip sordu:
- “Kardeş senin akvaryumun var mı? ”
Adam : “Hayır birader.”
Temel : “Ulan sen ipne misun?”

Halatı At

Bir gün Temel yük gemisiyle İngiltere’ye doğru yola çıkıyor. Limana vardıklarında limanda çalışan İngiliz’e
“Halatı at! , halatı at !” diye sesleniyor. Söylenenlerden bir şey anlamayan İngiliz
“What?” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Temel tekrar zavallı işçiye
“Halatı at! , halatı at !” diye seslenir. İngiliz işçi tekrar
“What?” deyince Temel kızarak:
“Do you speak English?” diye bağırır. Zavallı işçi sevinerek:
“Yes, Yes” der. Bunun üzerine Temel:
“Eee be mübarek adam o zaman halatı at!” der.

Tuvalet Kâğıdı

Neyse yine bir gün Temel bir Fransız bir de Alman uçakta Amerika-Rusya seferindeler. Derken Fransa'nın üstünden geçerken
Fransız dönüp bunlara diyor:
- “Bakın güllerimiz ne kadar güzel”
Alman'da:
- “peaah, biz onlardan tuvalet kâğıdı yapıyoruz” diyor, tabi Fransız mor.
Gel zaman, git zaman Almanya'nın üzerinden geçiyorlar, Alman hemen dönüp:
- “Bakın lalelerimiz ne kadar güzel” diyor, tabii Fransız hemen:
- “Hehe, biz onlarla tuvalet kâğıdı yapıyoruz” diye yapıştırıyor cevabı.
Yine gel zaman git zaman Trabzon'un üstünden geçiyorlar, Temel dönüp:
- “Ha pakun daa bizum kaktüsler ne kadar güzel değil mi? Sıkıyorsa pundan da tuvalet kağıdı yapın da göreyim!!”

Motorlu Testere

Trabzon'da bir grup laz çok ağaç kesebilmek için Amerika'dan motorlu testere getirtmeye karar vermişler. Gerekli bağlantılar kurulduktan sonra para ödenmiş ve birkaç tane elektrikli testere alınmış. Garanti kâğıdında da günde en az 500 tane ağaç keseceği belirtiliyormuş. Her neyse, bizimkiler koyulmuşlar işe. Akşam olduğunda en fazla ağaç kesen Temel’miş ve sadece 50 tane ağaç kesmiş. Doğal olarak herkes şaşırmış. Bir sonraki gün Temel zorlayarak sayıyı 100’e çıkarmış. Daha sonraki gün akşam Temel yerinden kalkamaz hale gelmiş ama sadece 150 tane ağaç kesebilmiş. Artık bizimkiler Amerika’dan bir yetkili çağırmaya karar vermişler. Yetkili gelmiş ve birlikte ormana gitmişler. Amerikalı motorun ipini çekip çalıştırmış ve çıkan ses üzerine bizimkiler hep bir ağızdan:
- “Uyy o ne daa?”

Fal Makinesi

Bir kürt ve Temel Amerika’ya zengin olmak için gitmişler. Bir sene sonra aynı yerde tekrar buluşmak üzere ayrılmışlar. Bir sene sonra Temel yine aynı şekilde beş parasız buluşma yerine gelmiş. Daha sonra yanına bir limuzin yanaşmış ve içinden smokin giymiş bizim kürt çıkmış. Kısa bir selamlaşmadan sonra Temel:
- “Valla ben hiç bir baltaya sap olamadım der. Ama görüyorum ki sen oldukça iyi durumdasın.
Kürt : - “Eh işte durum iyi der. Valla bu Amerikalılar salak. Bir fal makinesi yaptım. 5 dolara elini makineye koyuyorsun ve fala bakıyor” der.
Daha sonra yine bir sene sonrası için sözleşirler. Bir sene sonra yine kürt limuzini ile gelir ve beklemeye başlar. 10 dk sonra tepeden dabadabadabna bir helikopter iner ve içinden bizim Temel çıkar. Kürt şaşırır.
- “Ulan nasıl oldu da bu kadar zengin oldun? ”
Temel : - “Valla bu Amerikalılar çok salak. Ben senin makineyi biraz geliştirdim der.Makinaya elini veriyorsun fala bakıyor. 10$ vermezsen elini geri alamıyorsun. ”

Kawasaki

Motor merakı olan bizim Temel Almanya'ya gitmiş ve kendisine bir Kawasaki almış. Otoyola çıkıp başlamış hız yapmaya. Bir süre sonra ilerde gitmekte olan bir Mercedes’e yetişmiş ve Mercedes’in şoförüne
- “Sen Kawasaki’yi bilir misin” diye sormuş.
Mercedes’in şoförü evet diyene kadar Temel vuuuuun diye uzaklaşmış gitmiş. Mercedes’in şoförü başmış gaza ve Temel'e yetişip sormuş peki sen Mercedes’i bilir misin diye. Temel bilmem demiş ve vuuuuuun diye uzaklaşmış. Az sonra Temel büyük bir kaza geçirmiş. Mercedes’in şoförü gelmiş Temel'in yanına ve sormuş.
- “Sen neden Kawasaki’yi biliyor musun diye sormuştun ?”
Temel kaldırmış kafasını
- “Kawasaki’nin freni neredeydi acaba ?”

Tren

Temel ve iki arkadaşı İstanbul'dan Trabzon'a gitmek üzere tren garına giderler. İlk Trabzon treni 1 saat sonradır, bileti alırlar.Ne yapalım bir saat diye düşünürken yemeğe gitmeye karar verirler. Yemekte sohbet, muhabbet saate bir bakarlar ki 1 saati geçmiş. Hemen koşarlar tren garına ama tren gitmiş. Yine bilet alırlar 1 saat sonrası için. Ne yapalım vakti nasıl geçirelim derken kahveye giderler. Çaylar kahveler sohbetler uzar da uzar ve saate baktıklarında 1 saat olmasına 5 dakika vardır. Hemen koşarlar gara ama trene yetişemezler. Gişeye gidip sorarlar yine Trabzon'a gidecek tren var mı diye. Gişedeki adam
- “Bakın bu son tren eğer bunu da kaçırırsanız Trabzon'a bugün dönemezsiniz” demiş.Bileti almışlar yine sıkılmışlar ne yapalım ki derken pastaneye gitmeye karar vermişler. Pastalar, kekler, çörekler muhabbet derken saate bir bakmışlar ki 1 saat olmak üzere hemen koşmuşlar gara. Tren yeni hareket ediyor, içlerinden biri uzun ilk vagonu yakalamış, diğeri orta boylu son vagona tutmuş. Tren gitmiş, Temel oturmuş yere başlamış gülmeye. Gişe memuru yanına gelmiş.
- “Sen ne garip adamsın. 3 treni kaçırdın, arkadaşların gitti, sen kaldın, ağlayacağına gülüyorsun be adam. ”
Temel : “Uy hemşerum onlar beni geçirmeye geldiydu ben ona güleyrum” demiş.

Bilmece

Temel Cemal’e bir bilmece soruyor:
- “Kafestedur saridur öter. ”
- “Kanaryadur. ”
- “Pilmedun, paluktur. ”
- “Sari paluk olur mi? ”
- “Poyadum. ”
- “Kafestedur dedun? ”
- “Pen koydum da. ”
- “Paluk hiç öter mi? ”
- “Bu da bilmecenun şaşırtmacasıdur! ”

Camı Açmam

Canı sıkılan Fizik hocası sınıfın haylazlarından Ali'yi sözlüye kaldırmış.
- “Oğlum diyelim ki 90 km/s hızla giden bir arabanın içindesin. Arabanın içi çok sıcak ne yaparsın? ”
- “Camı açarım hocam. ”
- “Hah işte o camdan gelen havanın ivmesi nedir söyle bakalım. ”
- “Iii... şey... ”
- “Tamam, otur, sıfır aldın. Mehmet, oğlum sen kalk bakalım, arabada sen varsın ne yaparsın? ”
- “Ceketimi çıkarırım hocam. ”
- “Güzeel, daha da sıcakladın, ne yaparsın? ”
- “Eee şey camı açarım hocam. ”
- “Hmm peki söyle bakalım o camdan gelen havanın ivmesi nedir? ”
- “Eee... Kem kum. ”
- “Anlaşıldı otur, bir sıfır da sen aldın. Temel söyle bakalım sen olsan ne yaparsın? ”
- “Ben de ceketimi çıkarırım hocam. ”
- “Daha sıcak olunca? ”
- “Gömleğimi de çıkarırım hocam. ”
- “Daha da sıcak olunca? ”
- “Pantolonumu da çıkarırım hocam. ”
- “Peki, çok daha sıcak olunca? ”
- “Valla neyim var neyim yok çıkarırım hocam ama sitseler camı açmam! ”

Beyaz Leylak

İdris vitrinleri dolaşırken bir dükkâna girmiş.
- “Uyi cünler, leylak renci bir gömlek almak isteyrum... ”
Tabii, demiş satıcı ve leylak rengi bir gömlek çıkarmış. İdris gömleği görünce birden parlamış.
- “Ula ben senden leylak renci cömlek istedum, sen bağa karularun giydiği cömleklerden verdun. Sen benimle dalga mı geçeysun!! ?”
- “Ama beyefendi, siz leylak rengi istemediniz mi, iste leyl. ”
- “Sen bırak şimdi oni, bağa şurada duran gibi bir cömlek ver. ”
Satıcı bakmış gösterdiği gömleğe,
- “Ama o beyaaazzz ”
İdris, satıcıya “Ne kadar cahilsin” der gibi bakmış...
- “Hemşerum, beyaz leylak yok midur? ”

Uzaylılar

Temel evde radyo dinliyormuş. Birdenbire yayın kesilmiş spiker duyuru yapmaya başlamış:
- “Sayın dinleyiciler: Dünyamıza uzaylıların indiği bildirilmiştir. Konu araştırılmaktadır. Lütfen ikinci bir emre kadar evlerinizden çıkmayınız, kapıları kilitleyiniz, perdeleri kapatınız.”
Temel bunun üzerine hemen kalkmış, tüm kapıları ve pencereleri gözden geçirip radyonun başına dönmüş. İki saat sonra yeni bir duyuru yapılmış:
- “Sayın seyirciler, uzaylıların kötü niyetlerinin olmadığı, dünyamıza dostane amaçlarla geldikleri ve küçük kırmızı yaratıklar oldukları belirlenmiştir. Lütfen dışarı çıkınız ve gördüğünüz ilk küçük kırmızı yaratıkla kontak kurunuz. ”
Temel dışarı çıkmış, biraz yürümüş, yolun kenarında küçük kırmızı bir yaratık görmüş. Sormuş:
- “Merhaba, kimsindur, ne yapaisun? ”
Yaratık cevap vermiş:
- “Ben Dursun, siçayrum! ”

Saksafon

Temel İstanbul'a ilk kez gelmiş ve köyünde methedilen sinek barı arayıp durmuş. En sonunda sinek barı bulmuş ve içeri girmiş.
İçkisini içerken kendi kendine düşünmüş
- “Ulan bu sinekli barın ne özelliği var herkes methetti hiç bir özelliği yok”
İhtiyaçtan tuvalete gittiğinde bir de ne görsün pisuvar altındanmış. “demek buranın özelliği buymuş” demiş. Geri dönüp içkisini içmiş. Ertesi akşam yine gelmiş. İçkisini bitirince tuvalete gitmiş ki altın pisuar orada yokmuş. Kızgın bir şekilde geri dönmüş.
Barmene çatmış:
- “Hani buranın altın pisuvarı kardeşim bir özelliğiniz vardı o da yok şimdi”
Barmen kenarda duran iri yarı birine seslenmiş:
- “Abdullah abi gel dün akşam senin saksafona işeyen adamı buldum.”

Noo Buumm

İdris methini çok duyduğu için Afrika'ya safariye gitmiş. Ufak ufak avlanmaya başlamışlar. Akşam safariye çıkanlar konuşuyormuş. İşte, ben bir aslan vurdum, ben iki kaplan vurdum. Bizimkine sıra gelmiş:
- “Pen ici tane nobum furdum. ”
Safariciler, herhalde bir şey vuramadı, kafadan atıyor, diye geçiştirmişler. Ertesi gün av dönüşü yine şunu vurdum, bunu vurdum diye konuşulurken İdris yine döktürmüş:
- “Pen ici tane daha nobum furdum. ”
Avcılar, bu adam yine atıyor diye düşünmüşler. Daha ertesi gün sıra bizimkine geldiğinde yine;
- “Peş nobum daha furdum”, deyince dayanamamışlar.
- “Yahu kardeşim nasıl bir şeydir şu nobum? ”
- “Valla, pen elimde tüfek ile dolaşayrum. Çalıların arasından “Noo buumm, noo buumm” diye kara kara pi şeyler pagura pagura çıkayi, pen de furayrum.”

Acayip Şanslıyım

Temel'le Dursun Amerika'ya giderler. Uçaktan inince Dursun pasaport işlemlerini halletmek için Temel'den ayrılır. O sırada Temel beklerken hani şu para atınca kutu Cola veren makinelerden birine rastlar. O zamanlar ülkemizde yok böyle makinelerden. 25 cent atmalısınız yazısını görür. Bir tane atar ve kutu Cola gelir hemen. Buna çok sevinir bu sefer 50 cent atar. İki tane kola gelir.Acayip sevinir cebindeki bütün bozuk paralarla kola alır. Sonra bozuklukları biter gider parasını bozdurur devam eder. 40-50 kutu olur. Bu arada Dursun işlemleri bitirip yanına gelir ve şaşırır.
- “Temel ne yapıyorsun. O kadar Cola ’yı ne yapacağız yeter. Al onları da gidelim” der.
Temel’se.
- “Yol valla gidemem. Bugün acayip şanslıyım. Ne atsam kazanıyorum. Ben burada biraz daha oynayacağım” der.

Hasan Kim

İri yarı bir adam kahveye girmiş.
- “Hasan cimdur ?”
- “Penum, demiş adamın biri. ”
Adam bu adamı bir güzel pataklamış ve yüzünü gözünü kan içinde bırakmış. Sonrada çekip gitmiş. Adam gittikten sonra dayak yiyen adam başlamış gülmeye. Kahvedekiler şaşırmış ve hemen sormuşlar.
- “Ya o kadar dayak yedin, yüzün gözün kan içinde. Ne diye durmuş gülüyorsun şimdi? ”
- “Penum adım Hasan tegul Temel, nasıl kandurdum o enayi adamı ama. ”

Kulak

Bizim marangoz Temel, ahşap bir binanın restorasyonunda çalışmaktadır. Elinde testere ile ikini katın iskelesinde çalışırken görünmez bir kaza meydana gelir ve testereyi kaydırarak bir anda yanlışlıkla kulağını keser. Kulak da aşağıya düşer.
Kulağını görmek ümidiyle aşağıya bakar ve orada çalışan işçilere seslenir:
- “Hey beyler aşağılarda bir kulak gördünüz mü?”
Şaşkın işçiler şöyle bir etraflarına bakarlar ve kanlar içinde bir kulak bulup bizim Temel’e gösterirler:
- “Bu mu? ”
Temel aşağıya doğru eğilip gözlerini kısar:
- “Yok, yav, benimkinin arkasında kalem olacaktı.”

Avukat

Lazın biri dünyaca ünlü ağır ceza avukatı imiş. İdama çarptırılan mahkûmları ipten alıyormuş. Bir gün mafya babalarında biri idamla yargılanırken mafya babasının adamları bizim Temel'e gitmişler ve
- “Durum böyle böyle hiç olmazsa şunu bir müebbede çevir” demişler.
Temel olur demiş 10 dk'lik iş. Sabah olmuş mahkemeye gitmişler Temel kapalı celse istemiş ve hakimle ikisi bir odaya girmişler.
Bizim Temel 10 dk sonra çıkması beklenirken akşama kadar çıkmamış. Akşam kan ter içinde çıkmış. Sormuşlar ya niye bu kadar uzun sürdü diye. Temel cevap vermiş:
- “Hakim tutturdu beraat diye müebbede çevirinceye kadar akla karayı seçtim.”

3 Genetik Uzmanı

Hepsi de birbirinden iddialı 3 genetik uzmanı, yeni buluşlarını karşılaştırıyorlar. Hayvanlar konusunda uzman olan birincisi anlatıyor.
- “İnek ve tavuk genlerinden harikulade yeni bir hayvan meydana getirdim. Hem süt veriyor hem yumurtluyor, eti kırmızı et tadında ama beyaz et kadar faydalı, bence bu yüzyılın buluşu. İnsanlara istedikleri kadar sağlıklı et, süt, yumurta yedireceğim”.
Böcek genetiği uzmanı çalışmasını açıklıyor.
- “Arı ile bok böceği genlerini karıştırdım. Yeni türümüz pisliklerden bal yapıyor. Hem bol miktarda hem de inanılmaz kaliteli bal imkânına kavuşmuş bulunuyoruz. İnsanlık için çok faydalı bir gelişme sağladım.”
Genel genetikçi Dr. Temel iki meslektaşına bakıyor.
- “Valla ben de karpuzla karafatma genlerini birleştirdim. Şimdi karpuzu kesiyorsun, bütün çekirdekler yürüyüp gidiyor”.

Anadol

Temel bir gün otobanda, Anadol marka arabasıyla gidiyormuş. Aksilik bu ya arabanın arızalanacağı tutmuş. Ne yapsın? Çaresizce arabasını çekmiş emniyet şeridine, başlamış beklemeye. Uzun bir süre bekledikten sonra yanına son model Ferrari 'si içinde gayet şık giyimli, bir adam yanaşmış. Adam Temel'e seslenmiş:
- “Arkadaşım, istersen otobanın sonuna kadar seni arkamda çekeyim. Bekleme buralarda. ”
Çaresiz Temel hemen kabul etmiş. Bağlantıları yapmışlar. Tam yola çıkmaya hazırlanırlarken Ferrari 'nin sürücüsü Temel'e
- “Arkadaşım, bak, bende hız hastalığı vardır. Eğer dalgınlıkla hızımı arttırırsam sen arkadan selektör yap. Ben yavaşlarım. ”demiş.
Temel buna pek anlam verememiş ama yine de kabul etmiş. Önde Ferrari arkada Anadol yola koyulmuşlar. Aradan biraz zaman geçince Temel adamın neden söz ettiğini anlamış. Ferrari gittikçe hızlanmaya başlamış. 60km/h.. 80km/h.. 120km/h.. 150km/h..derken Temel bakmış direksiyonu kontrol edemiyor. Hemen adamın dediklerini hatırlayıp yavaşlasın diye selektör yapmış.
Selektörü fark eden adam da yavaşlamış. Bir süre sonra Ferrari 'deki yine kendini kaptırıp hızlanmaya başlamış. Temel bu kez daha erken davranıp adamı selektörle uyarmış. Sakin sakin ilerlemeye devam etmişler. Biraz daha zaman geçtikten sonra iki arabanın yanına bir Lamborghini yanaşmış. Lamborghini 'deki adam Ferrari 'dekine seslenip
- “Hey, baksana! Ne dersin, yarışalım mı? 140 km ötede bir benzinci var. İkinci gelen depoları doldurur. ” demiş.
Hıza ve yarışa dünden razı olan Ferrari'li
- “Tamam! Kabul. Paraları hazırla. Kaybeden sen olacaksın. ” Hahahahaha! Demiş ve basmış gaza.
Lamborghini de kaptırmış. Başlamışlar yarışa. 60km/h. 80km/h. 120km/h. 200km/h. 280km/h Tam bu arada helikopter ile otoban trafiğini denetleyen Dursun yarışan arabaları fark etmiş. Telsize sarılıp yerdeki ekiplere mesaj çekmiş:
- “Breyk.. Breyk.. Uçan Hamsi'den tüm ekiplere.. Şu an otoyolun 11. mevkiinde seyir halinde olan üç araba otoban emniyetini tehlikeye sokacak şekilde aşırı hız yapıyii. Söz konusu araçlar: Ferrari, Lamborghini, ve Anadol. Ferrari ile Lamborghini yarışiyii,arkadan Anadol geçmek için yol istiyii. ”

Sifonu Çekmeyin

Temel Teksas ’taki arkadaşını ziyarete gitmiş. Arkadaşı onu havaalanında 40 kapılı bir limuzinle karşılamış. Temel şaşkınlık içinde
- “Yahu bu ne büyük bir araba” demiş. Arkadaşı kasılarak
- “Teksas ’ta her şey büyük olur” diye karşılık vermiş. Uzunca bir yolculuktan sonra arkadaşının çiftlik kapısına ulaşmışlar. Ancak eve varmaları bir saatlerini almış. Temel
- “Yahu bu ne büyük bir çiftlik” demiş.
Arkadaşıysa “Teksas ’ta her şey büyük olur” demiş aynı ses tonuyla. Eve girmişler ve hemen akşam yemeğine oturmuşlar. Tabi 100 metrelik bir masanın bir uçunda Temel diğer uçunda ev sahibi. Temel’den aynı hayret “Yahu bu ne büyük bir masa” ve arkadaşı
- “Teksas’ ta her şey büyük olur” .
Yemekten bir süre sonra Temel’in tuvalet ihtiyacı peyda etmiş ve tuvaletin yerini sormuş. Arkadaşı
- “Koridorda sağdan 5. kapı” demiş.
Ancak Temel yanlışlıkla soldan 5. kapıdan girmiş. Işığı ararken bir anda kendisini evin kapalı havuzu içinde bulmuş ve can havliyle bağırmaya başlamış:
- “Sifonu çekmeyin! Sifonu çekmeyin!”

Geyik Avı

Temel’le Cemal bir gün geyik avına gitmiş (hakiki boynuzlu geyik) akşama doğru bi geyik vurup boynuzlarından tutup çeke çeke köyün yolunu tutmuşlar. Bir iki saat sonra köy görünmeye başlamış. Tam o sırada karşıdan İdris'in geldiğini görmüşler. Selam sabahtan sonra İdris bunlara
- “Boynuzlarından değil de kuyruğundan çekerseniz daha kolay olur demiş”
Ve sonra ayrılmışlar. Başlamış bizimkiler kuyruğundan çekmeye.
Temel : -”Yaw gerçekten böyle daa kolaymış biz niye düşünemedik ?”
Cemal : -”Evet hehheh!”.
Böyle bir süre gittikten sonra Cemal Temel'e
- “Ula Temel köyden baya uzaklaştık. Hadi biz yine boynuzlarından çekelim”.

Bir Bira Daha

Temel bir gün bara gitmiş. Barmene
- “Bana bir bira” demiş. Barmen Temel’e bir bira vermiş.
Temel sormuş:
- “Kaç para?” Barmen yanıtlamış;
- “260.000 lira”
Temel cebindeki bütün madeni onbin liraları çıkarıp 26 tanesini üstüste dizmiş. Tam barmen elini uzatmış paraları alacakken Temel elinin tersiyle paralara bir vurmuş. Paralar şangır şangır etrafa dağılmış. Barmen paraları yerden toplamış ama çok sinirlenmiş.
Ertesi gün Temel tekrar bara gelmiş.
- “Bana bir bira” demiş. Barmen birayı vermiş. Temel sormuş:
- “Kaç para?” barmen “260.000 lira”
Temel cebinden kâğıt bir 500.000 lira çıkarıp barmene uzatmış. Barmen çok şaşırmış fakat bir önceki günden Temel’e gıcık olduğu için paranın üstünü vermek için kasadan 24 tane madeni onbinlik çıkartıp masanın üstüne dizmiş ve elinin tersiyle bir vurmuş bütün paralar yerlere saçılmış. Temel cebinden iki madeni onbin çıkarıp masanın üstüne koymuş ve
- “Bana bir bira daha” demiş.

Vampir

Vampir Temel yanında İngiliz ve Fransız vampirlerle bulutların üstünde uçmaktadır. Aniden İngiliz vampir dalışa geçer. Az sonra geri döndüğünde yüzü gözü kan içindedir. Meraklanan Alman vampir ve Temel vampir sorarlar:
- “Ne oldu yüzün gözün kan içinde kalmış? ”
İngiliz vampir sakince
- “Şu aşağıdaki kulübeyi görüyor musunuz? ” diye sorar.
- “Evet! ”
- “Yanında uyuyan bir adam var. Onu da görebiliyor musunuz?”
- “Evet! ”
- “İşte canım o adamı çok çekti gidip biraz kanını emdim. ”
Tekrar yola koyulurlar. Çok fazla zaman geçmemiştir ki bu kez Alman vampir dalışa geçer geri döndüğünde onun da yüzü gözü kan içindedir. Ona ne olduğu sorulduğunda ise:
- “Şu aşağıdaki sürülmüş tarlayı görüyor musunuz? ” diye cevap verir.
- “Evet”
- “Peki, tarlanın diğer uçundaki traktörü görüyor musunuz? ”
- “Evet”
- “Traktörün gölgesinde uzanmış yatan küçük bir kız var onu da gördünüz mü? ”
- “Evet gördük. ”
- “Canım çok çekti gidip biraz kanını emdim! ”
Tekrar yola koyulurlar. Beş dakika geçmeden bu kez Temel vampir şimşek gibi dalışa geçer. Az sonra geri döndüğünde onun da diğerleri gibi yüzü gözü kan içindedir. Arkadaşları ne olduğunu sorarlar. Temel cevaplar:
- “Şu aşağıdaki küçük binayı görüyor musunuz?”
- “Evet.”
- “Peki, onun yanındaki direği? ”
- “Evet. ”
- “Ben göremedim de!”

Otobüs Bekliyorum

Marangoz Temel evin gardırobunu monte ediyor. İş bitmiş, ama menteşelerinden biri gıcırdıyor gardırobun. Farkediyor ki yoldan geçen otobüs, kamyonun sarsıntısından. Evin hanımına diyor, ben içeri gireyim, sarsıntı olduğunda gıcırtının nereden olduğunu bulayım. Gelgelelim bir iki dakika sonra iriyarı, kızgın bir adam açıyor gardırobun kapısını.
- “Ne arıyorsun, diyor karımın yatak odasında.
Temel bir adama bakıyor, bir korkudan bembeyaz olmuş karısına bakıyor,
- “Yahu diyor, otobüs bekliyorum diyeceğum amma inanmacaysun. ”

Kaleci

İstanbul’un göbeğinde feci bir yangın; gazeteciler fotoğraflarını çekmek üzere meraklılarla birlikte 200-300’e yakın insan oluşturmuşlar. İtfaiyeciler cayır cayır yanan apartmandan tüm kazazedeleri kurtardık sanırlarken, bir de ne görsünler: Bir kadın yanındaki bebeği ile 4. kattan imdat, imdat! Diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. İtfaiyecilerin yapacakları hiç bir şey yok, zira ateş binayı öylesine sarmış ki, bırak 4. kata çıkmayı, artık binaya bile yaklaşılmıyor. O esnada insan topluluğunun arasından bizim Temel sıyrılır ve yukarıdaki kadına çocuğunu aşağıya attığı takdirde tutarak hayatını kurtaracağını söyler. Hiç 4. kattan çocuk aşağıya atılır mı, diye düşünen kadın çocuğunu atmamakta ısrar eder. Bunun üzerine Temel:
- “Ablacuğum, ha cen ataysun çocuğu aşağuya, pen oni iyi tutayrum, zira pen Rizespor’un kalecisuyum” der.
Kadın artık ne yapsın, hiç olmazsa çocuğum kurtulsun maksadıyla sallar bebeği aşağıya. Aşağıda çıt yok; çocuk aşağıya ağır çekimde düşerken fotoğrafçılar günün ve hatta yılın olayını görüntülemek üzere yerlerini almışlar. Temel yine ağır çekimde daha halen havada olan bebeğe doğru koşar, bir sıçrayışta bebeği tam 90’da avuçlarının içine alır ve yumuşak bir inişle gazetecilerin flaşları arasında yere yuvarlanır. Artık seyircileri yerinde tutmak imkânsız; alkışlar, tezahüratlar ardı ardına kesilmezken, Temel millete döner, elini kaldırarak onları selamlar ve bebeği 2 kere yere vurduktan sonra degajını yapar...

Avcı

Dört kişilik avcı grubu, tecrübeli avcı Temel’in önderliğinde ilerlemektedir. Karşılarına küçük bir delik çıkar. Temel:
- “Yatın yere, tavşan deliği! ”
Bütün avcılar yere yatarlar. Gerçekten bir müddet sonra delikten tavşan çıkar. Avcılar hemen vururlar. Tekrar yürümeye başlarlar. Bir süre sonra büyükçe bir delik çıkar. Temel:
- “Yatın yere, tilki deliği! ”
Yatarlar. Biraz sonra tilki çıkar, onu da vururlar. Tekrar yola düşerler. Bu defa daha büyük bir delik çıkar. Temel:
- “Yatın yere, ayı ini! ”
Yere yatarlar ve çıkan ayıyı vururlar. İyice keyiflenen avcılar yürümeye devam ederler. Kısa bir zaman sonra kocaman bir deliğin başında dururlar. Acemiler hep birden Temel’e bakar. Temel:
- “Uşaklar ne çıkacağını bilmiyorum. Ama yatın yere, ne çıkarsa bahtımıza ”
Ertesi gün gazetelerde:
‘Dört avcı tren altında can verdi...’

Mermerci Temel

Efendim, minik bir köyde, evde kalmış bir kız yaşarmış. Çok yaşlıymış. Ve de hala bakire kalmakla fena halde övünürmüş. Ölümün yaklaştığını hissedince, muhtara para bırakmış.
- “Bu para ile bana mezar yaptır. Mezar taşıma da 'Bakire doğdu, bakire yaşadı, bakire öldü' diye yazdır” demiş.
Bir süre sonra da ölmüş. Muhtar para ile cenazeyi kaldırtmış. Mezar taşını da, mermerci Temel'e ısmarlamış. Bir Karadenizli 'den beklenmeyecek kadar tembel Temel “Bunca yazıyı yazmak günler sürer” demiş içinden. “Ben bunu özetlerim.”
Muhtar bir hafta sonra, mezarlığa gelmiş ve mezar taşını okumuş:
- “Açılmadan geri iade!”

Aldatma

Üç Karadenizli bir akşam meyhanede acayip dertli bir şekilde kafa çekiyorlar. Kafalar kıyaklaşınca İdris başlıyor.
- “Karım nasıl beni aldatır? Hem de bir yazarla ” diye söylenmeye.
- “Nereden anladın bir yazarla aldattığını?” diye sorunca diğerleri
- “Nereden olacak bir akşam eve geldiğimde yatağın altında bir roman buldum” der.
Biraz sonra Dursun bir of çeker ve o da başlar derdini anlatmaya.
- “Benim karı da beni bir aşçı ile aldatıyor.”
- “Nasıl anladın?” diye sorunca diğerleri Dursun
- “Geçen gün gündüz vakti eve geldiğimde bizim yatağın altında bir kepçe buldum” der.
Bunları dinleyen bizim Temel öyle bir of çeker ki masayı titretir. Hayrola der diğerleri. Temel
- “Sormayın arkadaşlar sizi dinleyince benim derdim on kat daha arttı.” der.
Diğerleri buna bir anlam veremez.
- “Nasıl yani?” diye sorarlar.
Temel
- “Uzun zamandır bizim karıdan şüpheleneydum. Geçen gün gündüz vakti eve bir baskın yapayım dedim. Bir baktım yatağın altında bir jokey var. Demekkim bu karı beni bir at ile aldatıyor.”

3 Arkadaş

Adanalı Cemal, Kayserili Kemal ve Temel bu üç arkadaş Boğaz Köprüsü’nde tamir yapıyorlarmış ve karıları da bunlara yemeleri için bir şeyler hazırlıyormuş. Ama hep aynı şeyler. Kayserili yemek torbasını açıyor pastırmalı ekmek. Adanalı açıyor köfte ekmek.Temel açıyor ekmek arası hamsi. Bu hep böyle devam ediyormuş. Neyse günlerden bir gün bunların canına tak etmiş ve demişler yine aynı şeyleri hazırladılarsa kendimizi köprüden atalım. Adanalı bakmış ekmeğe köfteli hop aşağıya atlamış, Kayserilininki de pastırmalı, oda atlamış aşağı. Temel bakmış hamsili, o da dayanamamış ve atlamış. Bunların evlerinde de ağıt yakılıyormuş.
Adanalının karısı:
- “Vah zavallı kocacığım köfte ekmeği ne çok severdi hep kendi ellerimle hazırlardım. ”
Kayserili:
- “Vah zavallı kocacığım pastırmalı ekmeği ne çok severdi hep kendi ellerimle hazırlardım. ”
Karadenizli ise
- “Vah zavallı kocacığım hamsi+ekmeği ne çok severdi her sabah kalkıp kendi hazırlardı. ”
Hiç Değişmemişsin
Temel ile Cemal oturmuş muhabbet ederlerken bir ara Temel dönmüş ve
- “Biliyor musun Cemal ne düşünüyorum ”
- “Ne düşünüyorsun? ”
- “Sen bir gün gelecek ve öleceksin, gömücekler seni ve toprak olacaksın, rüzgâr seni oradan oraya savuracak ve üzerine yağmur yağacak sende filiz olarak topraktan yeşerecek ve büyüyeceksin, bir inek gelecek ve seni yiyecek, sindirim sistemine karışacaksın ve daha sonra seni bok olarak dışarı atacak ve o zaman ben gelicem, senin karşına geçicem ve ne diyecem biliyor musun? ”
- “Ne diyicen? ”
- “Ulan Cemal neydin ne oldun diyicem”
Bu kez Cemal başlamış
- “Biliyor musun Temel ne düşünüyorum? ”
- “Hayır, bilmiyorum, ne düşünüyorsun? ”
- “Sende bir gün gelecek ve öleceksin, seni gömücekler ve toprak olacaksın, rüzgâr seni savuracak ve üzerine yağmur yağacak, bir filiz olarak topraktan yeşerecek ve büyüyeceksin, bir inek gelip seni yiyecek ve sindirim sistemine karıştıracak ve daha sonra seni bok olarak dışarı atacak ve o zaman ben gelicem, karşına geçicem ve ne diyecem biliyor musun? ”
- “Ne diyicen? ”
- “Ulan Temel hiç değişmemişsin, boktun yine aynı boksun. ”

Amerika Şehirleri

Temel ile İdris çok eskiden bir yolculuğa çıkmışlar. Temel'in arkasında saz, İdris'in sırtında azık, Asya'yı geçip, Amerika'ya
gelmişler. Burada dolaşırken birden etraflarını Kızılderililer sarmış. Napıcaz derken Temel:
- “Ben sazımı çıkartıp çaliim, bunlar böyle bir şey görmemişlerdir. ” deyip başlamış saz çalmaya.
Temel'in saz çalışını duyan bütün Kızılderililer son hızla kaçmış. Bunun üzerine İdris
- “Buraya bi tek saz yetti, buranın adı TekSaz olsun” demiş.
Gene yola koyulmuşlar. Bir gün yine Kızılderililer etraflarını sarmış. Temel gene aynı taktik saz çalmış. Sazı duyan yerliler iyicene sinirlenip üzerlerine yürümeye başlamış Temel ile İdris ’in. Bunun üzerine İdris 'de güzel bir gaz çıkartmış. Kokuya dayanamayan Kızılderililerin hepsi vınn. Temel
- “Buranın adı da Laz VeGaz olsun bari” demiş.
Dolaşmaya devam ederlerken gene Kızılderililer saldırmış. Temel başlamış saza ama sazı duyan Kızılderililer çok sinirlenip almışlar sazı Temel’in münasip yerine monte etmişler ve gitmişler. Bunun üzerine İdris
- “Buranın adı da ArkanSaz olsun Temel. ” demiş.
Las Vegas'ın kumarhane kenti olmasındaki en büyük payın lazlara ait olduğunu biliyor muydunuz?
Christopher Colomb beyler Amerika'da çölde yürürken karşısında bizim laz Temel'i görmüş. Temel'in yanında çok sevdiği, yanından hiç ayırmadığı bir de kazı varmış (kuş olan kaz). Eh, malumunuz Amerika Colomb'dan yüzyıllarca önce de biliniyordu.
Bizim Piri Reis'imizin Amerika'nın keşfinden 30 yıl önce çizdiği haritada adanın en ufak ayrıntısına kadar yer aldığını bilmeyeniniz yoktur. Ancak Colomb beylerin isim verme merakından olacak ki kendisine çok ilginç gelen bu olaydan ötürü çöle Laz Ve Kaz ismini vermeye karar vermiş. Ancak konuşma özürlü Amerikalılar Laz ve Kaz diyemedikleri için bölgeye Las Vegas adını koyup olayın anısına tam Laz ve Kazın bulundukları noktaya bir kumarhane kurmuşlar. Sonra da sayıları gitgide artan kumarhanelerle Las Vegas bugünkü halini almıştır.

Ressam Temel

Amerika ile Sovyetler arasındaki meşhur füzeler ve Küba bunalımının en dehşet günleri. Kruşcef, Küba'ya gelecekmiş. Kübalılar toplanmış, bir hoşluk yapacaklar. Ülkenin en iyi ressamına başvurmuşlar.
- “Bir tablo yap. Adı, 'Kruşcef Küba’da' olsun” diye.
Ressam “Hadi oradan” demiş. “Ben adamı görmedim bile. Adam hayatında Küba'ya gelmedi. Şimdi ben nasıl “Kruşcef Küba'da” diye atmasyondan resim yaparım?”
Tesadüf bu ya. Bizim Temel, puro almaya Havana'ya gelmiş o sırada. Sıkıntıyı duymuş.
“Ben size istediğiniz tabloyu yaparım. Bana bir sandık puro verirseniz” diye.
Vermişler. Temel bir hafta sonra, Kübalılar 'ı çağırmış.
- “İşte tablonuz” demiş.
Tuvalin üzerini örten bezi hızla aşağı çekivermiş. Kübalılar da donuvermişler. Tabloda, yatakta iki kişi, al takke ver külah.
- “Bu ne” diye gürlemiş, Turizm Bakanı. “Bu ne? Bu kadın kim?”
- “Kruşcef'in karısı” demiş, Temel.
- “Peki, bu üstündeki adam kim?”
- “Kruşcef'in uşağı.”
- “Peki, Kruşcef nerde ulan! ”
- “Kruşcef Küba'da” demiş Temel!

Temel Kim Ya

Bir gün Afrodit, Herkül ve Don Juan bir yerde oturmuş konuşuyorlarmış. Hepsi kendini övüyor ama hiçbiri birbirine inanmıyormuş.
Herkül “Ben dünyanın en güçlü insanıyım” derken,
Afrodit “Ben dünyanın en güzel varlığıyım” diyormuş.
Tabi o sırada Don Juan da boş durur mu “Ben dünyanın en çok kadınıyla birlikte olmuş olan erkeğiyim” diyormuş. Bunlar tartışa dursunlar bir anda Herkül 'ün aklına bir fikir gelmiş.
- “Arkadaşlar şu dağın tepesindeki mağarada yaşlı bir adam var ve dünyadaki her şeyi biliyor. Eğer birbirimize inanmıyorsak gidip ona soralım eğer o her şeyi biliyorsa bize doğruları söyler.” demiş.
Hepsi bu fikri kabul etmişler ve dağın tepesine gitmişler ilk önce Afrodit girmiş ve böbürlenerek çıkmış:
- “Haklıymışım en güzel varlık benmişim. ”
Sonra Herkül girmiş ve o da kasıla kasıla çıkmış:
- “Haklıymışım en güçlü insan benmişim. ”
En son Don Juan'a sıra gelmiş ve o girmiş ama berbat bir suratla çıkmış:
- “Ulan bu TEMEL kim yaa? ”

Deliğim Hazırdır

Yeryüzündeki hayatını, bütün kurallara uygun yaşayıp tamamlayan Temel, yukarıda 1. sınıf törenle karşılanmış. Refakatçi melek
- “Efendim siz direk cennete alınacaksınız. Arzu ederseniz işlemleriniz tamamlanıncaya kadar bir tanıtma gezisi yapalım” demiş,Melek önde Temel arkada Cennet hazırlık bölümüne girmişler. İlk kapının arkasından canhıraş feryatlar gelmekte imiş. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde iki meleğin aralarında tuttukları adamın sırtında matkapla delik açmakta olduklarını görmüşler.
Temel “Uyyy... Bu nedur ?”
Melek “Efendim, burası kanat takma bölümü. Cennete katılan sizin gibi aziz mertebesindekilere kanat takıyoruz, bunun için delik deliyorlar ” demiş.
İkinci kapıya geldiklerinde gene kapının arkasında canhıraş feryatlar; kapıyı açıp içeri girmişler. İki melek aralarındaki adamın kafasında matkapla delik açıyorlarmış.
Temel “Uyyy. Bu nedur?”
Melek “Efendim burası halka takma bölümü. Sizin gibi aziz mertebesindekilerin başlarının üzerindeki kutsal halkayı takmak için delik deliyorlar” deyince
Temel “Uyyyy. Ben cehenneme gidiyorum”
Melek “Aman efendim. Ne yapıyorsunuz orada insanları kazığa oturturlar”
Temel “Olsun. Hiç olmazsa deluğum hazırdır daa”

Rehber

Temel Boğaz’da tekneyle Amerikalı turisti gezdiriyor.
Amerikalı: “Bu saray ne kadar zamanda yapılmış.”
Temel : “5 yılda.”
Amerikalı: “Hımm bizde olsa 1 yılda yapılırdı.”
Biraz sonra
Amerikalı: “Bu camii ne kadar zamanda yapılmış.”
Temel : “2 yıl.”
Amerikalı: “Bizde olsa 3 ayda biterdi.”
Temel sinir olur. Boğaz Köprü’süne gelirler.
Amerikalı: “Bu köprü ne kadar zamanda yapıldı.”
Temel : “Hancisi? Bu mu? Bilemeyeceğum Bu dün burada yok idi.”

Yavaşla

Temel şehir dışında bir yolda hızla araba kullanıyormuş.
Bakmış bir tabela “YAVAŞLA 80 km”. Temel hızını 80’e indirmiş.
Birazdan başka bir tabela “YAVAŞLA 60” Temel hızını 60’a indirmiş.
Merakla giderken yeniden bir tabela “YAVASLA 40”. Temel 40 km ’ye inmiş bir yandan da acaba yolda çalışma mı var? Diye düşünüyormuş. Epey gittikten sonra bakmış yine bir tabela “YAVAŞLA 15”. Temel hızını 15 km ’ye indirmiş yolun en sağından tıngır mıngır gitmeye başlamış ama meraktan da çatlayacak. Uflaya puflaya bir saat daha gittikten sonra yeni bir tabela görmüş:
“YAVAŞLAYA HOŞ GELDİNİZ, NÜFUS:2500 ”

İngilizce Konuşma

Temel İngiltere’ye gidecekti. Onun için bir arkadaşından İngilizce hakkında bilgi istemişti. Arkadaşı Türkçe kelimelerin son hecesinin uzatılması şeklinde diye Temel’e bilgi verdi. Temel uçağa bindi. On dakika sonra hostesi çağırmak için:
- “Hosteeees.”
O da ne hostes gelmişti. Temel İngilizceyi sökmeye başladığını düşünüyordu. Havaalanından çıktı:
- “Taksiiiii.”
Vay be taksi de durmuştu. Temel ağır ağır kendini kaptırdı:
- “Hoteeeeeeel.”
Otele gitti. Odasına çıktı, duş aldıktan sonra bara indi:
- “Viskiiiii.”
Daha sonra Londra sokaklarında dolaşmaya başladı.
Parkta bir adam gördü:
- “Merhabaaaaa, nasılsınıııız?”
Adam : - “İyiyiiiiim, sağoooooool”
Temel : - “Türk müsüüüüüüz? ”
Adam : - “Eveeeeet”
Temel : - “Kardeşim Türksün de neden iki saattir İngilizce konuşuyorsun.”

Fidan

Günlerden bir gün turistin birisinin yolu Karadeniz'e düşmüş, adam Trabzon'da çok güzel denize nazır bir otel odasında iki gün tatil yapacakmış. Neyse sabah kalkmış, güzelce kahvaltısını odasına getirtmiş, balkonda kahvaltı yapacak, birden dikkatini karşı kaldırımdaki iki adam çekmiş. Adamların birisi harıl harıl çukur kazıyor, diğeri de arkasından harıl harıl kazılan çukuru dolduruyormuş, bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, öğlen olmuş, akşam üzeri olmuş, bu bizim iki adam bütün sahil kenarını kaz-kapat şeklinde dolaşıp duruyorlar. Turist en sonunda dayanamamış inmiş aşağıya, adamların yanına gitmiş;
- “Yahu kardeşim sabahtan beri sizi seyrediyorum, biriniz çukur, kazıyorsunuz, öbürünüz de ardından kapatıyorsunuz, Allah aşkına siz ne yapıyorsunuz? ” demiş.
Bizim Karadenizlilerden fırlama olanı cevap vermiş;
- “Uşağum aslında biz üç kişi belediye için çalişiyruk, ha ben Temel çukuru kazıyrım, Tursun çukura dikilecek fidanı koyar, şu karşına olan Hasan da çukuru kapatır, iki gündür Tursun hasta ama biz işimizi harfiylen yapiyrik da... ”

Patates

Bir Fransız, bir İngiliz ve bir de Temel bir gemiye kaçak olarak binmişler ve ambarda saklanıyorlarmış. Ambar memuru da kaçak yolcu var mı? Diye ambarı kontrole gelmiş. Bizimkiler de hemen gördükleri üç çuvala saklanmışlar. Ambar memuru gezerken birden üç çuval dikkatini çekmiş ve birinci çuvala bir tekme atmış çuvaldan “miyav miyav” diye sesler gelmiş. Ambar memuru herhalde kedidir demiş ve ikinci çuvala bir tekme atmış çuvaldan “hav hav” diye sesler gelmiş. Herhalde bu da köpektir diye düşünmüş.
Sonra üçüncü çuvala bir tekme atmış, ses yok, bir daha gene yok, almış duvardan duvara vurmuş. Artık çuvalın kenarından kan sızmaya başlamış tam bu sırada bir ses “patates”.

Adım Neydi

Temel bu sefer asker. Ama daha askerliğinin ilk günü. Çavuşları bunları kışlanın önünde sıraya diziyor ve başlıyor çene yapmaya;
- “Benim adım Hüseyin KIRÇ. Sakin karıştırıp yanlış söylemeyin oyarım. ” diye
Sonra gidip sıranın en başındaki ere soruyor;
- “Adım neydi evladım. ”
- “Hüseyin KIRÇ komutanım. ”
2. ere soruyor
- “Hüseyin KIRÇ komutanım. ”
3. er yanlışlıkla;
- “Hüseyin KIÇ” diyince adamcağızı orada bir güzel evire çevire dövüp sonraki er'e geçiyor. Tabii kimsede yanlış yok artık. Neyse sıra bizim Temel'e geliyor. Çavuş, buna da soruyor tabi benim adım ne diye. Adamın adını tam hatırlamayan Temel, biraz düşündükten sonra;
- “Hüseyin GÖRT müydü neydi. ”

Kokuyu Çıkaramadım

Bir gün bizim Temel İstanbul'a arkadaşı Dursun'u ziyarete gitmiş. Akşam geç vakitlere kadar oturup sohbet etmişler. Akşam yemeğinden sonra Dursun Temel'e demiş ki.
- “Bak dostum hacen bir ihtiyacun varsa şimdi gör. Tuvalete bizim yatak odasından gidiliyor, yoksa sonra gidemezsin. ”
Temel ise gayet rahat bir şekilde:
- “Ben eyuyum hec bi ihtiyacım yok. ”
Sonra yatmışlar. Gecenin bir yarısı bizim Temel sancılar içerisinde uyanmış. Yediği ağır yemekler sıkıştırmaya başlamış. Garibim tavuk gibi zıplamaya başlamış. Bir türlü gidecek gibi değil sancılar. Tuvalete de gidemiyor. Son kerteye gelmiş. Çıktı çıkacak.
Temel bir bakmış camın kenarında bir çiçek saksısı. Kaptığıynan çiçeği kaldırmış ve saksının içine ihtiyacını gidermiş. Geride çiçeği toprağı ile birlikte saksının içerisine güzel bir şekilde yerleştirerek yatmış. Sabah erkenden de oradan tüymüş memlekete. 6 ay kadar geçtikten sonra bizim Temel Dursun'a bir mektup yazmış:
Nasılsın iyi misin falan filan. Dursun mektuba hemen cevap yazmış: Hal hatır sormadan hemen meseleye geçmiş:
- “Ula Temel nereye sıçtıysan çabuk söyle. Üç ev değiştirdim hala kokuyu çıkaramadım. ”

Yuvarlak Demir

Temel yeni bir Mercedes 600 SEL almıştır. Arkadaşı Dursun'u da arabasına almış ve bu mükemmel şaheser ile arkadaşını gezdirmektedir. Bir ara Dursun'un dikkati arabanın önündeki kocaman Mercedes amblemine takılır.
- “Temel’ciğim şu arabanın önündeki yuvarlak demir ne işe yarar? ”
Canı biraz eğlenmek isteyen Temel, Dursun’un saflığından yararlanmak istemiş.
- “O mu? Pak anlatayum. Ben yolda giderken, karşıdan karşıya geçmek isteyen birini gördim mi, bununla nişan alayrum, sonra gaza basayrum, devirup geçeyrum.. ”
Dursun - “Hadi ya gerçekten mi? ”
Temel - “Gerçekten tabi ya ne sandın. ”
Dursun - “Nasıl yaptığını bir göstersene. ”
Temel - “Tabi göstereyim. ”
Biraz uzakta yaşlı, eli bastonlu bir nine ağır ağır karşıdan karşıya geçmektedir.
Temel - “Dursun bak nişan aldum, gaza da basiyrum... ”
HHHHIIIIIIINNNNNN.Tam kadına vurmak üzereyken Temel aniden direksiyonu sola kırar. Ama Dursun’un tarafından
KKÜÜTTTT diye bir ses gelir.
Temel - “Ula Dursun ne oldi?
Dursun - “Sen ıskaladın ama ben kapuyla defirdum oni!

Temel Almanyada

Temel bir gün Almanya’ya Dursun’u ziyarete gitmiş. Az buçuk bildiği Almancası ile Dursun’u bulmuş. Biraz hasret giderme derken Dursun Temele önce etrafı filan gezdirmiş. Akşamda Temel’le tiyatroya gitmişler. Temel,
- “Benim Almancam az nasıl anlayacağım” der. Dursun,
- “Dert etme ben sana tercüme ederim” der.
Beraber oturur tiyatroyu seyrederler, Dursun da söylenenleri Temel’in kulağına fısıldıyordur. Temel’in tuvaleti gelir. Dursun’a
“ben tuvalete gidiyorum” der. Dursun “seninle geleyim” dediyse de; Temel “ben bulurum” der ve gider. Salonun dışında birisine az buçuk Almancası ile tuvaleti sorar. Temel adamın tarifinden anladığı kadarı ile gider ve bir oda gelir karşısına; önce kapıyı tıklar bakar ses yok. Kapıyı açar içeride bir sandalye bir masa ve masanın üstünde bir vazo görür. “Yanlış geldim herhalde” diye düşünür ama çok kötü sıkışmıştır ve vazo ile işini halleder. Daha sonra Dursun’un yanına döner ve sorar “ben yokken ne oldu” diye. Dursun da
- “Vallahi bizde anlamadık. Bir adam geldi etrafına bakındı sonra şu masa üstünde duran vazoya çişini yaptı ve gitti.”

Temelin Gazetesi

Temel bir dağ başında oturuyormuş ve en büyük zevki günlük gazete okumakmış. Fakat tembelmiş ve gazete alabileceği tek yer oturduğu dağın eteğindeki bakkalmış. Bu iş için hep Fadime'yi gönderirmiş. Fadime bir gün sıkılmış ve pazartesi günü 7 tane o günün gazetesinden almış. Ve pazartesi günü bir gazete verip diğerlerini saklamış. Ertesi gün Temel gazete isteyince dün aldığı gazetelerden birini “ben çıkıyorum” deyip işlerini hallettikten sonra çıkarıp vermiş. Çarşamba günü yine Temel gazete istemiş Fadime yine işlerini halledip Temel'e gazeteyi vermiş. Perşembe günü yine Temel gazete istemiş Fadime yine vermiş. Akşama doğru Temel Fadime'yi çağırıp
“Fadime” demiş “Dünyada ne salak insanlar var; dört gündür aynı adam aynı yerdeki ağaca arabasını çarpıyor”.

Fadime Feminst Olursa

Dünya Feministler Kongresinde konuşmacılar görüş belirtmektedir. Amerikalı bir hanım şöyle der:
-Ben iyi bir şirketin genel müdürüyüm. Artık alışveriş yapmaktan bıktım. Kocama "bundan sonra
alışverişleri sen yap" dedim. Baktım, birinci gün oralı olmadı, ikinci gün oralı olmadı, üçüncü gün yaptı...
Alman konuşmacı:
-Ben iyi bir şirkette üst düzey yöneticiyim. Bir gün kocama "ben artık bulaşıkla ilgilenmekten
bıktım, biraz da sen yıka" dedim. Birinci gün yapmadı, ikinci gün yapmadı, baktım üçüncü gün yapmış...
Fadime kürsüye çıkmış:
-Ben kendimi bildim bileli temizlikçiyim. Geçen gün Temel'e "ben artık çamaşır yıkamaktan mahvoldum, biraz da sen yıka" dedim. Birinci gün göremedim, ikinci gün göremedim, üçüncü gün gözüm yavaş yavaş görmeye başladı.

Vesikalık

Temel ile Dursun ise başvurmuşlar ve şirket bunlardan 8 adet vesikalık fotoğraf istemiş bunlar
da tamam deyip düşünmüşler ulan belden yukarı 8 fotoğraf nasıl bulacağız. Neyse temel bir fikir
atmış ortaya bir çukur kazalım ve belimize kadar girer çektiririz. Dursun da evet ya bayağı bir
güzel fikir demiş ve temele sen çukuru kaz bende fotoğraf makinesi getireyim demiş.
Neyse Dursun bir gelmiş bir de ne görsün temel 8 tane çukur kazmış dursun hemen atlamış tabi
ulan olum ne yaptın 8 çukura ne gerek vardı?
- Ben zaten 8 tane fotoğraf makinesi getirmiştim

Annesinden Temele Mektup

"Sevgili oğlum Temel... Senin hızlı okuyamadığını bildiğim için mektubu yavaş yavaş
yazıyorum... Artık senin büyük şehre gittiğin sırada yaşadığımız evde yaşamıyoruz. Baban bir
gazetede, "İnsanların başına genellikle evlerinin iki kilometre civarındaki bölgelerde kaza
geldiğini" okumuş; o yüzden taşındık... Sana yeni adresi veremiyorum, çünkü yeni evimizde
bizden önce oturan hemşerilerimiz, taşınınca adresleri değişmesin diye kapı numarasını söküp
götürmüşler... Bu evde banyoda garip bir çamaşır makinesi var. Geçen gün içine dört gömlek
koydum, çalıştırmak için duvardaki zinciri çektiğimden beri bir daha gömlekleri göremedim.
Geçen hafta sadece iki kez yağmur yağdı. İlki üç gün, ikincisi ise dört gün sürdü... Benden
istediğin yeleği postaya verdim.
Ancak, halan o koca düğmelerle paket çok ağır olur' deyince düğmeleri kopartıp yeleğin cebine
koyduk. Orada bulabilirsin...
Not: Sana biraz da para gönderecektim, ama zarfı bir kere yapıştırmış bulundum...
Sevgiler...
Annen"